Dünyadaki varlığımız, tam da şu zaman dilimindeki yaşamımız, biz, ben… Geçmiş, yaşayan ve yokolan tüm toplumlar. Gücü kadim olanlar, yenilmezler, yıkılmazlar… Bittiler… Kendilerini yokettiler… Kendi dönemlerinde doğa ve yerküre ile ilişkileri oranında verdikleri zarar ve kattıkları ile artık yoklar. Onlar gitti, izleri hala yaşıyor…
Biz de zamanın bu diliminin tanıklarıyız. Katkılarımız varlığımızla sınırlı değil. Etkimiz bizden sonra da yaşayacak olan yerküre ile ilişkimizde şekilleniyor. Sistem adı altında düzenli yokediş sürdürülebilir değil. Doğal olanın yerine konulan yapay yiyecek, su, enerji ve para bizi yaşatacak belki ama aynı zamanda da bitirecek. Açlık ve susuzluk hiçbir dönemde olmadığı kadar sorun dünyada. Aynı oranda da tüketim fazlası arızası var. Zarar veriyor, yokediyor, yerine yenisini imal ediyor, bunu paylaşmıyor ve yeniden üretemiyoruz. Sürdürülebilir olanı bozuyoruz. Döngünün dengesi bozuluyor. Etkimiz tüm yıkıcılığı ile bizden sonra yaşamaya devam ediyor.
Bir silkinsek, kendimize gelsek…
Bunun vurucu bir görsel anlatım için Spencer Cathcart’ın hazırladığı bu belgeyi izlemenizi öneririm.