Kızım ilkokula başladı. Eskisi gibi heyecanla başlanılan bir olay değil bu durum. Can sıkıcı değil mi? İlk kez okula başlamanın yeri doldurulamaz hislerini hatırlamayacak ileride. Çünkü ilk kez 3 yaşında iken okula başlamıştı. Şimdi ilkokula başladığı binaya da iki yıldır devam ediyor zaten. Üstelik sınıftaki arkadaşları da aynı. Belki de tek iyi yanı burası durumun, en azından yazın özlediği arkadaşlarına kavuşmanın heyecanını yaşıyor ilk gün. Elbette 1. sınıfa başlamanın “gerçek okul”a başlamak anlamına gelmesi ve bunun ayrı bir büyümenin ispatı heyecanı olmasının da hakkını vermek gerek.

Ancak olaya ilkokul öncesi yıllarca okula gitmek açısından bakınca ne kadar sevimsiz değil mi? Evet sevimsiz, ancak gerçek. İçinde bulunduğumuz şehir koşulları çocukları okul konusunda erkenden sınıflara tıkmak (evet, “tıkmak” ve hatta “hapsetmek”) konusunda pek maharetli. Sistem de buna göre şekillenmiş ve pek de manidar olmuş. Yani bizim gibi X kuşağı ebeveynleri nasıl ki “okumazsan aç kalırsın, oku da kendini kurtar” mantığı ile yetişmişsek; şimdinin nesli de “okumak o kadar normal ve olması gerekendir ki, zaten olması gereken azami durum buysa, bunu da en iyi, en harika, en birinci… yapmak gerekir” şeklinde yetişiyor. Okulda disipline edilmiş hazır kıtalara müfredat denen, içeriği ve süresi tartışmalı ve üzerinde hala fikir birliğine varılamamasından olsa gerek zırt pırt değişen zırvalığı şırınga etmek öğretim değildir, olmamalı.

“Birşeyler öğrensem okulda, mesela nasıl öğreneceğimi, hoşuma giden şeyler hakkında nasıl kendimi yetiştirebileceğimi, nasıl daha zevkli ve mutlu yaşayacağımı” dediğini duyar gibiyim kızımın. Elbette bu benim iç sesim ve kızımın aslında okula gitmekten mutlu ve tatmin olmadığı anlamına gelmiyor kesinlikle. Yine de eksiklikleri hissediyor. Okula başlayalı 2 hafta oldu. Şimdiden arkadaşları ile hiç oynayamadığını, sohbet edemediğini, hala okuma-yazma yerine yıllardır yaptıkları çizgileri çizdiklerini anlatıyor. Evet okumayı ve yazmayı öğrenmeye çok hevesli. Bir an önce kardeşine kitap okuyabilmek ve günlük tutabilmek için heyecanlanıyor. Fakat öğretmenin 24 tane farklı seviyede, farklı hızda, farklı şekilde öğrenen çocuğun ihtiyaçlarını aynı anda ve aynı şekilde karşılayabilmesi de imkansız.
En sevdiği dersler santranç ve resim. Sanırım kendini en özgür hissettiği alanlar.

Eğitim ne yazık ki şu sıralar en çok canımı sıkan, elimin kolumun yetersiz kaldığını hissettiğim, ben sinirlendiren bir mevzu. Özel bir okul olması ve kızımın okula severek gidiyor olması teselli ediyor beni. Ancak yetersiz ve sıkıntılı kısımları da görmeden edemiyorum.
Oğlumsa hala evde, özgürce oynayarak, çizerek, resimler yaparak, yazılar yazarak çocukluğunu yaşıyor. İki çocuklu bir annenin doğal ikilemi olan “haksızlık mı yapıyorum” hissi ise içimde ara ara beni bunaltıyor.
Bu süreci ne şekilde en az zaiyatla ve en çok deneyimle atlatmanın yolunu bulabilecek miyiz bakalım?