Çok Pişmiş “Burnt”

Çok PişmişBurnt” filmini seyrettim dün akşam. Klasik bir Hollywood Bradley Cooper filmi diye başlayan filmin sonunda ummadığım düşüncelere sevk oldum.

burnt-poster

Film 19 yaşında Fransa’ya gelip, usta bir aşçının yanında çalışmaya başlayan, son derece yetenekli bir şefin hikayesi. Bu şansı uyuşturucu ile batıran ve kendine verdiği 1.000.000 midye ayıklama cezasından sonra yeniden sahalara dönen şefimizin mücadelesini izliyoruz. Bradley Cooper karakteri öyle güzel canlandırmış ki, onunla beraber hem büyüme sancılarını, hem de yemeğin hazırlanma telaşını yaşıyorsunuz. Harika tabaklar da seyirlik bir tat veriyor.

01-bradley-cooper-burnt-kitchen-in-movie

Sonra adamın içine düştüğü durumu, çabasını, çocukluğunu, cesaretini, sorgulamalarını düşündüm. Bizi, hem kendimi, hem de toplumumuzu uyarladım bu duruma. Aklımda evirip çevirdiklerim şunlar oldu:

Toplum olarak nasıl da başkasını suçlamaya, başımıza gelen herşeyin sorumlusu olarak diğerlerini görmeye meyilliyiz. Ya çocukluğumuz pek fenadır, ya ailemiz bize iyi bir eğitim veya sermaye vermemiştir, ya öğretmen bize takmıştır, ya müdür egomanyaktır, ya eşimiz anlayışsızdır ya da çocuklarımız çok zordur. Bize bizden başka dost yoktur, zira tüm diğer dünya ülkeleri bizim kötülüğümüz için sıraya girmiştir. Aman da ne zordur şu hayatımız, ne kadar da şanssız insanlarızdır. Oysa aslında hep iyilik ister, deli gibi çabalarız. Yalan. Koca bir yalan.

İnsan istemeye görsün, gücünün farkına ancak o zaman varıyor. Dayatılan, öğretilen, kabul gören yaşamdan bir kafasını kaldırsa, kendiyle karşılaşıyor. Kabullenmek zorunda değiliz genel geçerleri. Bir tek hayatımız var. Onu da dilediğimiz gibi yaşamak en doğal insanlık hakkımız. Ama bunu bize başkalarının sağlamasını beklemek, tek kelime ile bencilce bir salaklık. Kendin farkına varacaksın dostum, çabalayacaksın, göze alacaksın, bedelini ödeyeceksin. Sonra da iç huzurunla, başarınla mutlu olacaksın. Hakettiğine inandığı, uğruna çaba göstermeyi göze aldığı hayatı yaşıyor insan.

Burada en büyük yanılgı, genel geçerin insanı mutlu ve tatmin edeceği bana kalırsa. İyi bir okuldan mezun olur, ruh bedenden ayrılırcasına çalışır, müdürü ve sistemi memnun edersen; o evde oturur, iyi paralar kazanır, çocuklarını en şahane okullarda okutur, 5 yıldızlılarda tatil yapar, o ayakkabıya da sahip olursun. Aman ne büyük mutluluk. Bu mudur senin yaşam hedefin. Seni, yastığa başını koyduğunda huzura garkedecek yaşam böyle günlerden mi oluşuyor? Eğer öyleyse, doğru yoldasın kardeşim, aynen devam.

ozdeyis_net_resimli_ozlu_sozler_e-motivasyon_net_yol_acmak_sozleri

Fakat değilse, suçu başka yerde aramayı bırak. Mağdurun gücüne sığınma artık. Kendine gel. İpleri sahiplen. Yaşayacaklarını göze al. Dik dur. Vazgeçme. Emin ol. Kendine güven. Sonunda elde edeceğin o huzuru, gururu, tatmini, mutluluğu düşün ve harekete geç.

Ha dersen ki ben yapamam. O zaman elindekiyle mutlu ol güzel kardeşim. Bırak sızlanmayı, kurban rolüne sıkışıp kalmayı. Bi gül be artık. Kabul et, buysa budur. Senin hayatın sonuçta, senin kararın, senin gücün…

Çocuklarımıza verebileceğimiz en güzel şey, hayatı diledikleri gibi yaşama özgürlüğü ve bunun için gerekli güce sahip olduklarına dair inançtır.

Çocuklara Tiyatro

Kışın en güzel taraflarından biri de tiyatro.

tiyatro3

İstanbul’da yaşayan bir anne olarak üzülerek ve istemeyerek söylemem gerekir ki; özel tiyatroların şehrimizdeki pek çok çocuk oyunlarını çok sevemedim doğrusu. Küçük tiyatro grupları daha güzel işler çıkarıyorlar, fakat yaşam süreleri ne yazık ki kısa oluyor. Biraz daha büyük özel tiyatrolarda ise salonların yetersizliği, eskimiş ve havasız olmaları, kostümlerin yeterince ilgi çekici olmaması, oyunların daha amatörce sergilenmesi gibi sebepler yüzünden verimsiz bir deneyim yaşanıyor. Keşkeler çok bu konuda. Gün gelir mahallelerde bile minik sahnelerin kurulup, neşeli oyunların sergilendiği zamanları da yaşarız umarım.

Devlet ve belediye tiyatroları ise teknik imkan ve oyuncu kalitesi ile tercih sebebim. Ayrıca fiyatları da çok daha uygun doğal olarak. Aralık ayı için alternatif neler var diye bir liste hazırladım. Belki çocuğunuz zevkle güzel bir tiyatro oyunu izlerken, onun hayretine ve sevincine eşlik ederek, siz de güzel zaman geçirmek istersiniz.

Bir notu daha eklemem gerek. 4 yaş itibariyle çocuklara oyun seçiminde yaş kriterini fazla umursamıyorum kendi adıma. Tiyatro ile 2-3 yaş civarında tanışan çocukların, 7+ yaş oyunlarında bile iyi vakit geçirebildiklerini, sıkılmadan oyunu takip edebildiklerini gözlemledim. Özellikle televizyonda izledikleri çizgi filmleri düşününce, oyunlar gayet masum kalıyor, eğer içerik açısından düşünürseniz.

Devlet Tiyatroları

Devlet Tiyatroları’nın oyun düzenlerini şu inkten öğrenebilir ve dilerseniz internet üzerinden bilet alabilirsiniz. Biletler 4 TL.

Aralık ayındaki çocuk oyunları şunlar:

 

14574427091919695812-b

Barış Gezegeni : Güzel bir gemide yaşayan altı çocuk. Oyun oynamak için ailelerinden habersiz sandalla bir yolculuğa çıkarlar. Ancak ufukta görünen korsan gemisi ve fırtına onları çok korkutur. Çocuklar çoktan pişman olmuşlardır ama yapacak hiçbir şeyleri de yoktur. Peki, şimdi ne olacaktır?

Oyun 1 saat, 20 dakika sürüyor. Aralık ayında Cevahir salon 1’de.

1444983298371280424-b

Purnima ve Sırlar Ormanı : Güzeller güzeli Hint prensesi Purnima, Wenteka dağlarının ardındaki Indra nehrinin suyundan içerek sonsuz güzelliğe kavuşulabileceğini öğrenir. Hemen yollara düşer ve sırlarla dolu ormandan geçerek Indra’ya ulaşmaya çalışır. Bu yolculuk sırasında bir sürü hayvan dostu olur, onlardan bir sürü ibret hikâyesi dinler ve sonunda Indra nehrine ulaşır. Bakalım Purnima sonsuz güzelliğe kavuşabilecek mi?

Özelikle kostümlere bayılacağınızın garantisini verebilirim. Çeşitli hayvanları canlandıran oyuncular her sahneye çıktığında, çocuklar zevkle hangi hayvan olduğunu tahmin etmeye çalıştılar. Oyun aralık ayında Caddebostan Kültür Merkezi’nde.

1457443174522961311-b

Çiçeğim Solmasın : İnsanlar bilinçsizce davranıp doğanın dengesini bozduğundan beri ne çok fazla açan çiçek ne de baharı müjdeleyen kuşların cıvıltısı kaldı. Bu oyun çocukların eskisi gibi sokakta oynamadığı, arkadaşlık kurmakta zorlandığı zamanlarda, başkasına iyilik yapmanın mutluluğunu hatırlatmak istiyor. Haydi, siz de bir çiçek dikin bu hayata…

Aralık’ın ilk haftası İstanbul Kültür Üniversitesi Akıngüç Sahnesi’nde sergilenecek olan oyunun diğer haftaları henüz açıklanmadı.

Okumaya devam et “Çocuklara Tiyatro”

Lastengöl, Pörtlaç ve Kardeşler Arası Yaş Farkı

Bu kelimeler ne biliyor musunuz? Bunlar 6 yaşındaki kızımın, 4 yaşındaki kardeşi ile icat ettiği, sadece onların bildiği kelimeler. Lastengöl’ün anlamı “dön, dön, salla, dön” şeklinde oynanan bir oyun. Pörtlaç ise anlamını bilmedikleri veya tanımlayamadıkları herhangi bir şey için kullanılabilen, çok amaçlı bir kelime. Esas anlamı hamurun üstüne yumurta sürmeye yarayan küçük fırça imiş.

Ayrıca sadece ikisinin aralarında konuştuğu ve gayet de anlaşabildikleri bir dilleri var. Anlamsız kelimeler dizisinden oluşuyor. Sanırım ses tonu ve mimikler sayesinde anlamlandırabiliyorlar. Ama sadece sanıyorum, yoksa bildiğim yok 🙂

20140423_164146-ACTION (1)

Kızımla oğlumun arası 22 ay. Planlı bir durum değil. Kızım gelsin diye çok uğraştık. O bir mucizeydi bizim için. Oğlum ise kendiliğinden gelen bir hediye oldu. Kızım yaşını yeni kutlamıştı ki, bir de baktık bir minik daha geliyor aramıza. Şaşkınlıkla dolu mutluluk sonrası.

Dolayısıyla kızımın ilk yaşını hamile geçirdim. Hem ikinci hamileliğim, hem de hala emen bir bebeğim olduğu için bu süreç hızla ve kolayca geçti. Oğlum doğduğunda ise, kızım sanki bir anda büyümüştü. O yumuk bebek elleri bir yenidoğan elinin yanında çocuk eline dönüşüverdi. Yarım yarım konuşmaları, derdini tamamen anlattığını düşündüğümüz sohbetler oluverdi. Kendimize hep onun da bir bebek olduğunu hatırlattık ama bu fikre alışmamız sanırım 8-9 ayımızı aldı. Bu süre zarfında iki tane emen (tandem nursing) ve bezli bebeğim, uykusuz ve yorgun bir bedenim, yetememe ve şükran hisleriyle dolu bir ruhum vardı.

Sonraki 2 yıl epey zordu Allah biliyor ya. Annem ve babam tüm bu 4 yıl süresince bize her konuda sonsuz destek oldular. Kocam da babalığa hızla ve çok başarılı bir geçiş yaptı. Hayatımızın bambaşka bir evresine yoğun bir mesai ile başlamış olduk.

Kızım 5, oğlumsa 3 yaşını doldurduğunda yavaş yavaş yüzeye doğru yol almaya başladığımızı hissettim. Nefes almak biraz daha rahattı sanki. Artık evden daha rahat çıkabiliyorduk dışarıya, uykular düzene girmişti, ev hala çok dağınıktı ama en azından kızım kendi işini epey halledebiliyordu. Biz de bildiğin alıştık, kısa yollar keşfettik.

Beni en çok zorlayan şey, çocuklarımın iki farklı dönemi yaşamaları ve fiziksel olarak sürekli ilgiye ihtiyaç duymalarıydı. İkiz olsalardı ilk yıl yaşanan fiziksel zorluk sonrasında, benim 4 yılda geldiğim aşamaya gelmiş olunuyor gözlemlediğim kadarıyla.

Öte yandan kızımın okul çağında olmaması, kardeşinin onun ders sürecini etkilememesini sağladı. İlk yıl oğlum henüz bebekti ve kızım gönlünce sultanlığını yaşadı evin içinde. Ama ikinci yıl daha zorlu bir süreç oldu. Kızımın arkadaş ihtiyacı vardı ve kreş iyi bir çözüm gibi duruyordu. (Aslında eğer gerek yoksa, kreşin ne kadar gereksiz, hatta olumsuz bir süreç olduğunu daha sonradan farkedecektim.) Bir kez başlayınca da devamı geldi. Kızım ilkokula başlamadan önce 3 yıl okula gitmiş oldu. Oğlumsa, 4 yaşında ve hala evde gönlünce oyun oynuyor.

Henüz kalem tutmayı bilmediği zamanlar. Kalem tutmayı da ablası öğretti zaten.

Elbette ablasının okulu, kardeşine herşeyi doğal sürecinde ve kolayca öğrenme şansı vermiş oldu. Beraber boyama, kesme ve yapıştırma yapıyorlar. Henüz kreşe bile gitmeyen oğlum sayıları, ismini yazmayı, makası kullanmayı kendiliğinden öğrendi. Odalarında ikisinin resimlerinden oluşan muhteşem bir sergimiz var.

ela resim
5 yaş hayal dünyası
2
4 yaşında kendi kendine alfabe oluşturma çabası.

Doğduklarından bu yana aynı anda uyuyorlar. Birlikte uyku öncesi seramonimizi yapıyoruz ve yataklarına yatıyorlar, ben kitap okurken onlar uyuyor. Bu nedenle okudukları kitaplar da hep aynı oldu. Artık ilgi alanlarına göre farklılaşsa da, birbirlerinin sırasını beklemeyi ve diğerinin kitabına da ilgi göstermeyi öğrendiler.

20150125_110934
Sağ taraf kızımın. İçinde prenses olan tüm kitapları aldı. Elif serisini bir de. Sol taraf oğlumun. Bol bol tren kitapları dolu.

Biraz daha var bu konuda söylenecekler. Başka zamana artık 🙂

Çocuk Yetiştirmeye Dair Düşünceler – 1

Dün aldığım bir eğitimde kişiliğimizin %80’inin 3 yaşta, %10’unun 7 yaşta ve tamamımın 25 yaşta tamamlandığını öğrendim. Üstelik doğum öncesi ve bebeklik döneminde öğrendiklerimiz bilinçaltında depolanıp, yetişkin hayatımızı büyük oranda yönlendiriyormuş. Bu bilgiler her ne kadar parça parça zihnimde bulunsa da, bir uzmandan net bir şekilde duymak yine de beni etkiledi doğrusu.

Bu durumda 4 ve 6 yaşındaki çocuklarım için yapabileceklerim kısıtlı görünüyor değil mi? Kendi adıma keşke’lerim, iyi ki’lerimden daha az. Bu nedenle mutluyum. Diğer yandan koyvermeyi de öğrendiğim bir yaşam dilimindeyim. Biraz da budur sebebi olumlu hislerimin.

20150825_182333

Bebeklik ve ilk çocukluk döneminde bilgiyi kesin doğru olarak kabul ediyor beyin. Yani anne-baba-bakan kişi ne derse, o doğrudur. Kodlamayı bu şekilde yapan insan yavrusu, yetişkinliğinde bunu yaşamımın kaidelerine ve sosyal ilişkilerine uyguluyor. Mesela; kaydırağa tersten çıkmaya çalışan bir çocuğa, “düşersin, öyle çıkılmaz, herkesin yaptığı gibi merdiveni kullanmalısın” demek; çocuğun ileride iş yaşamında farklı bir yöntem denemeye cesaret etmesini, herkesin yaptığından farklı bir yolda yürümesini engelleyebilir. Bilinen geleneksel yöntemler dışındaki bir yolda başarısız olacağı veya yanlış yapacağı kodlaması ile ilk aşamada cesaret gösteremeyebilir. Bu biraz ağır ve uç bir örnek oldu farkındayım. Fakat aslında minik girdilerin, nasıl bir çıktıya yol açabileceğini nereden bilebiliriz?

IMG-20150722-WA0005

Bu anlamda çocuğun içsel benliğine verilen özgürlükler, kendi farkındalığını oluşturmuş bireyler yetiştirebilmemize olanak sağlıyor. Bunlar özbakım becerilerini erken kazanmalarına teşvik ve ortam hazırlamakla başlayıp, bedensel sınırlarını cesurca keşfetmelerine olanak sağlamakla devam ediyor. Çocuğu, güvenliğini tehlikeye atmayacak şekilde rahat bırakmak gerek. Güvenlik meselesini de göreceliğe mahkum bırakmayacak şekilde değerlendirmeli. Yani çocuk hızlı koşarsa düşebilir elbette, ama kendi hızını başka türlü deneyimleyemez. Ayrıca toprak veya çim bir zeminde düşerse de canı birazcık yanabilir. Emin olun özgürce koşmanın heyecanı ile farkına bile varmaz. Koltuğun tepesinden atladığında bileğini incitebilir. Bu noktada ebeveynden merak duygusunu zedeleyici bir bildirim almadığında, ikinci denemede bileğini incitmeyecek şekilde atlamasını öğrenir. Aksi durumda ikinci denemeye cesaret bile edemez.

20150731_102824

Olayın bir de duygusal tarafı var. Bence can alıcı kısım burda. Çocuğu duygusal olarak beslemek “aslan oğlum, akıllı kızım” gaz vermelerinden ibaret değil elbette. Bu noktada çocuğun kimliğine dair taleplerimizi ona yüklemek yerine, sadece yanında olduğumuzu ve onu olduğu gibi kabullendiğimizi hissettirebilmek önemli. Kaliteli zaman geçirme mevzusunun da bu noktada fazla abartılmış olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Çocuk yanınızda kendince oyun oynarken, örgünüzü örüp, bir yandan da ordan burdan muhabbet etmek, yapılandırılmış bir aktiviteden daha etkilidir. Oyununa onun yönlendirdiği şekilde katılmak, bir oyun kurup, onu dahil etmekten daha iyidir. İddialı söylüyorum bunu evet, çünkü buna inanıyorum, bu şekilde düşünüyorum. Fakat bu Montessori gibi, Pikler gibi farklı yöntemlerin çocuklarıma uygun olduğunu düşündüğüm görüşlerini uygulamadığım anlamına gelmesin. Yani saldım çayıra derken, çayırı iyi tanımak gerek 🙂

20150719_112357

Bugün de bunlar dolandı işte kafamda. İnsan yavrusu yetiştirmek demek, insanın kendisini büyütmesi de demek. Ve ben buna her geçen gün daha da hayran oluyor, bayılıyorum.

10 Kasım’lar

1 (8)

Gazi’dir. Bu ülke için Osmanlı zamanında da, Cumhuriyet zamanında da savaşmıştır. Cephede askerdir. Kumandandır. Canını ortaya koymuştur. Eline silah almıştır. Kanıyla sınanmıştır. Binlerce insanın canı ona emanet edilmiştir. O canların hakkını, ülkenin geniş ve verimli topraklarını koruyarak ödemiştir. Vatanı kurtarmıştır yüzbinlerce şehidimizle beraber. Gazi’dir.

0019

Mustafa’dır. Bir zamanlar Türk yurdu olan Balkan’ların çocuğudur. Bambaşka bir kültürle büyümüş, o dönemdeki pek çok çocuk gibi oldukça zor bir çocukluk dönemi geçirmiştir. Çocukluğundan haberdar oldukça, zorlukların onu nasıl da güçlü ve yenilmez, vazgeçmez, umudunu kaybetmez, merhametli ve pes etmez bir yetişkine dönüştürdüğünü daha iyi anlıyorum.

ataturk-ve-cocuk

Kemal’dir. Farklıdır. Farkını her anlamda ortaya koymuştur. Kimse o denli iyi bir askerden, bu denli öngörülü ve başarılı bir devlet adamı çıkacağını düşünememiştir. Cephede ortaya koyduğu yönetim becerisini, ülke yönetiminde de inkilaplarla göstermiştir. Halkın içinden, halka rağmen, halkla beraber. Hakkında okuduğum hikayelerin yanısıra, kendi ağzından anlattıkları da yol göstericidir.

Atatürk-ve-Çocuklar-4

Mustafa Kemal’dir. Geçmişini, geleceğin sağlam temeli yapabilen; dün ve yarın arasında bir köprü oluşturabilen ve bunu yapmak için de hiçbir karardan çekinmeyen bir kahramandır, liderdir. Öyle ki, bugün bu kararların sayesinde hala onu eleştirebilenler, ne o günün koşullarını ne de öncesindeki tarihi okumayanlardır. Ne gerekiyosa, gerekitği şekilde yapmıştır. Farklı şekilde olabilir miydi diye sorgulamak, bugünümüzü daha iyi şekillendirebilmek için gerekli ve O’nun tavsiye ettiği bir düşünme biçimidir. Bunu da unutmamak ve hakkını teslim etmek gerekir.

37832

Atatürk’tür. Türk milletinin nefes almasını, ayağına sarılan köklü bağlardan kurtulmasını, epey zorlu olmakla beraber ışıklı ve pırıl pırıl bir yolunun olduğunu görmesini sağlamıştır. Bu yol nereye gider, nasıl gidilir, yolda nelerle karşılaşılır ve nasıl mücadele edilir, müthiş bir öngörü ve duru bir Türkçe ile anlatmıştır. Sadece anlattıkları değil, yaptıkları ile de bir rehberdir.

ataturk-kosesi_15211455

Rehberliğini anlayabilmek, o yolda durmadan ilerleyebilmek için, okumalıyız. Araştırmalıyız. Bilmeliyiz. Sorgulamalıyız. Çok çalışmalıyız. Sonra da çocuklarımıza “annesinin adını, tarladaki kargaları, savaştığı cepheleri, inkilapların tarihlerini” değil, amacını, hedefini, öngörülerini, yaşam tarzını anlatmalıyız.

İşte benim en sevdiğim; onun hem asker, hem devlet adamı yönünü gösteren ve müthiş bir öngörü içeren bir sözü:

“Dünyada zaferlerin iki aracı vardır. Biri kılıç, diğeri saban. Başka yerde de söyledim ve burada bir daha tekrarı faydalı buluyorum. Zaferinin aracı yalnız kılıçtan ibaret kalan bir millet, bir gün girdiği yerden kovulur, küçük düşürülür, sefil ve perişan olur. Öyle milletlerin sefaleti, perişanlığı o kadar büyük ve acı olur ki, kendi memleketinde bile mahkûm ve tutsak bir halde kalabilir. Onun için gerçek zaferler yalnız kılıçla değil, sabanla yapılandır. Milletleri vatanlarında tutmanın, millete oturmuşluk kazandırmanın yolu sabandır. Saban, kılıç gibi değildir; o kullanıldıkça kuvvetlenir. Kılıç kullanan kol çok geçmeden yorulduğu halde sabanını kullanan kol zaman geçtikçe toprağın daha çok sahibi olur. Kılıç ve saban; bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima mağlup oldu. Tarihin büyük vak’aları ve olayları, yaşamın bütün gözlemleri bunu doğruluyor.

1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.116-117)

İzindeyiz.

fft5_mf64743

Herkes Başka Bir Yemek İsterse

Öncelikle çok şükür yiyecek yemeğimiz var. Doğadaki sistemin çarkına bu şekilde çomak sokmaya devam edersek, GDO’lu olsa bile yiyecek bir şeyler bulabilmek olacak korkarım muhabbetlerimiz yakında. Neyse bu mevzu derin, dalmayalım.

Çocuklar büyüdükçe yemek konusundaki tercihleri de evriliyor. Doğdukları andaki damak zevkleri gelişmekle beraber, pek de değişmiyor aslında.

8 ay gibi bir dönem beraber emzirdim çocuklarımı (tandem nursing). O esnada biri yeni doğmuş, diğeri ise 2 yaşında idi. Farkettim ki, ikisinin de m.eme tercihi farklıydı. Annelik merakı! ile tadına baktım. Biri tatlı, diğeri daha ekşi idi sütlerin. Kızım hala ekşiyi seven, farklı tatlara daha açık, acıyı ve baharatı tolere edebilen bir çocuk. Oğlumsa tatlıyı tercih ediyor. Farklı lezzetler ona göre değil. Damak konusunda daha keskin ve net bir tavrı var.

Çocuklar ilk çocukluk dönemlerinde henüz bozulmamış bir damak zevkine sahipler. Ne kadar farklı lezzetle tanışmış olsalar da, yoğun koku, renk ve tatlara karşı daha çekimser oluyorlar. Bunun sebebi hem yeni bir deneyim yaşamaları, hem de fazla duyumsanan tatlar. Eğer bu dönemde çocuğa güvenir ve zorlamadan, saygı duyarak yemek tercihleri konusunda uyum gösterirsek, yaşamlarının ilerleyen dönemlerinde iyi bir beslenme tarzlarının olacağını düşünüyorum.

baharat

Diğer yandan yeme alışkanlıkları, kültüre ve coğrafyaya göre değişkenlik gösteriyor malum. Yeme alışkanlıklarımızın, eğer herşey doğal akışında ilerlese idi, yaşadığımız coğrafya itibariyle doğru olduğunu kabul edebilirdik. Fakat artık herşey, her mevsimde ve her yerde olduğuna göre bu tezin bir doğruluğu kalmadı. Çocuklarımız dönemselliği yaşamadıkları için, “mevsiminde tüketelim” önermesini sürdürmekte zorlanacaklar gibi görünüyor. Özellikle şehirde yetişmiş yavrular. Bize yol gösterecek çevresel koşullardan uzak olduğumuza göre, içgüdülerimize güvenmek daha sağlıklı bir çıkar yol gibi duruyor.

Basite indirgersek, büyüme aşamasında karbonhidrat ihtiyacı artan çocuğun ekmek kemirmek istemesi veya makarnayı favori yemek ilan etmesi normal. Hafif yorgun ve kırgın hissseden bir beden için birkaç öğün neden meyve olmasın. Veya koşturmacalı bir öğleden sonra eve gelince sütlü bir tatlı veya dondurma için ısrarcı olmak doğal değil mi?

247450-copy

Bu yüzden yemek öğünlerinde birkaç seçeneğin olmasına dikkat ediyorum. Hayat tempomuz içinde bunun pek de kolay olmadığını söyleyebilirim. O yüzden gözünüzde kap kap yemekler canlanmasın. Örneğin dün akşamın menüsünde eşim ve benim için kızartma, kızım için salata ve peynir, oğlum için yoğurtlu makarna vardı. Bu akşam ise bize ıspanak, kızıma köfte, oğluma ise yumurta olacak. Mutlaka salata elbette. Özellikle zeytinyağı, limon ve nar sirkesi ile oluşturulmuş salata suyu her öğünün kurtarıcısı. Her anlamda üstelik: hazırlaması kolay, lezzetli, sevilen, doyurucu ve sağlıklı.

Çocukların bazı öğünleri atlamaları da normal geliyor. Yemek istemiyorsa masada sohbete eşlik ediyor, fakat yemeye zorlanmıyor çocuklarımız. Sofra adabından ödün vermek olmaz değil mi? Bazı öğünleri de, ki bunlar genelde hastalık dönemleri oluyor, meyve ile geçiriyorlar.

Olay sadece tek bir çeşit üzerine dönmeye başlarsa, bir süre o yemeği unutuyoruz. Böylece seçenekleri farkediyorlar. Mesela makarnamız bitmiş olabilir, almak için bir süre beklememiz gerekebilir gibi.

Aklı fikri sürekli gezmek olan kızım, yeni bir yemeği denemek istemeyen kardeşine “ileride başka ülkelerde çok zorlanacaksın, hatta aç kalabilirsin” diyerek, bir yol açmış oldu. Bu laf oğluma epey işlemiş olmalı ki, en azından tadına bakmadığı yiyeceklere karşı da bir farkındalık geliştirmeye başladığını gözlemliyorum.

Bir de unutmadan, uzun süreli bir araba yolculuğu veya birkaç saat geçirilecek bir park sefası sözkonusu ise, çantada mutlaka ayrı kaplara konuşmuş kuruyemiş ve elma veya mandalina bulunuyor. Bu şekilde atıştırma olgusunu yararlı besinlere yönlendirmiş oluyoruz ki; evde de ara öğün olarak bunları seçenek olarak görüyorlar.

1847 Kırım
1847 Kırım

Yemek demişken, çocukların deyimiyle “dünyadaki eeen,en,en,en, eeen, en, en, en sağlıklı şey” olan “su”yu yeteri kadar tüketemiyoruz. Bu aralar biraz da buna çalışıyoruz.

İşte bizdeki yeme-içme durumları şu sıralar bu mihvalde…