Tüm gündemden uzakta, bir film tadında : Dirty Grandpa

Boşverivermek… Hayat bazen de bu değil mi? Hele de insanı uyuşturan bir deli gündemde kavruluyorsa ülke! Savaş, din, yoksulluk, cahillik… Hayır yazmayacağım bile. Elimden gelen bir şey var mı? Belki evet, yapabildiğimce. Başka? Yok! O zaman beynimi erimekten kurtarmam gerek. Yaşamam gerek. Hayattan hala zevk alabilmem gerek. Sağlam durmam ve sonu hep aynı olan bu ömrün hakkını vermem gerek. Sınırlı, küçük dünyalarımızda yapabildiğimiz tek şey, o minik dalgayı oluşturabilmek. Sonrası, bırakmak kendini dalgalara.

Dün akşam tam da bunu yaptık. Kahkahalara karışmış iki saate savurduk öfkemizi, çaresizliğimizi. Hafiflemiş ve gülümserken terk ettik sinema salonunu.

İzlediğimiz film Dirty Grandpa (Çılgın İhtiyar) idi. Başrollerde Robert de Niro ve Zac Efron var. Konusu bildik, işleniş şekli tahmin edilebilir bir vasat film aslında. Fakat oyunculuklar da, diyaloglar da nefis.

Konusu; eşini yeni kaybetmiş bir büyükbabanın, istemediği bir hayat içinde sıkışmış torununu kendine getirme çabası olarak özetlenebilir.

Babasının yönlendirmesi ile avukat olan ve şirket ortağının kızı ile evlilik arefesinde olan torun Zac Efron, babanesinin cenaze töreni sonrası dedesi ile beraber 2 günlük bir yolculuğa çıkmak zorunda kalır. Yolun sonunda herkes kendini bulmuş, hatlar oturmuş, istikamet belirlenmiş ve rahat bir nefes alınmıştır. Bu arada seyirci de gülmekten helak olmuştur tabii.

28-dirty-grandpa.w1200.h630

Epey edepsiz bir dili var. Bu edepsizlik, yaşını başını almış bir dedeyi canlandıran Robert de Niro’ya çok yakışıyor.

robert-de-niro-dirty-grandpa

Şu adamın kırışıklık dolu yüzündeki nefis ifadeye bakar mısınız? Botoks mevzusunu bir daha düşünse iyi olur, özellikle oyuncu camiası.

Zac Efron da muhallebi çocuğu görünümümün altında iyi niyetli serseri bir ruh taşıyan torun rolünün hakkını veriyor.

download

Bir diğer dikkate değer oyuncu da R. de Niro’nun peşinde olduğu kolejli kız rolünde Aubrey Plaza idi. 

77164

Ekip sağlam, diyaloglar muhteşem, gülmek garanti.

Çocukları bırakacak bir destek kuvvet varsa, sinema salonunu; yoksa çocuklar uyuduktan sonra bira eşliğinde kendi salonunuzu kahkahadan inletin derim.

Abim Deniz

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Taylan Özgür, Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Sinan Cemgil…

abim-deniz

Bir dönemin idealist, devrimci, cesur, akıllı, bilgili, yürekli ve ne yazık ki vaktinden önce, talihsizce giden gençleri. Yaşasalardı ülkeye ne büyük katkıları olurdu. Yaşamalarına izin verilseydi, o günlerde onları katleden kişilerin bu ülkeye ve insanlığa verdiklerinden çok daha fazlasını katacaklarından emin olduğum kişiler.

Okuyan, araştıran, yazan, paylaşan, emek veren, savaşan, korkusuzca, hayatlarını ortaya koyarak mücadele eden insanlar.

35

Yazılacakların çoğu yazıldı. Tarih onları defalarca ve acı bir şekilde haklı çıkardı. Süreç hala tamamlanmadı. Giderek dünya tarihinin en şiddetli dönemlerinden birine yaklaşıyoruz, hissiyatım budur. Biz anneler, babalar bir yandan evlatlarımızı en iyi nasıl yetiştiririz diye çabalarken, bir yandan dünyanın Ortadoğu’su zembereği boşalmışcasına duvara toslamaya doğru yol alıyor.

Bambaşka coğraflarda olmak, tropik bir adada tavuk yetiştirmek, Yeni Zellanda’da uzaklarda bir çiftlikte koyun yünü kırpmak, Orta Amerika’da komşularımla haftasonu pikniklerine katılmak, Baltık ülkelerinden birinde evimin önündeki karları temizlerken çocukların okuldan gelmesini beklemek, İtalya’nın bir köyünde bahçemde sofralar hazırlamak, Paris’in güneyinde şaraplık üzüm hasadı yapmak, Güney Amerika’da o ülkeden o ülkeye otobüsle geçmek, Londra’da Noel zamanı sokaklarda dolaşmak, bir sahilde çadırı kurup, önünde kamp ateşi yakmak, bir sahil kasabasına yerleşip, herşeyden uzakta çocuklarımla, ailemle gülmek istiyorum. Kendimi güvende ve sevgi dolu hissedeceğim bir hayat, insanların bilgili ve bilinçli olduğu bir toplum hayal ediyorum. Aklın almayacağı kadar saçmalık yaşanırken, bunlar yüzünden ruhumun çaresizlikle boğulmamasını diliyorum.

Ben bunların hayalini kurarken, bundan 45 yıl önce, bu gençler bunların bu coğrafyada gerçekleşebileceği, tam bağımsız bir ülke için mücadele ettiler. Mücadeleyi ve hayatlarını kaybetmiş gibi görünüyorlar belki, ama tarih “iyi”leri asla unutmaz. Bir güzellik başladığı yerde kalmaz. Bir yolunu bulur, insanın en içine dokunur. Zamanı gelince…

Can Dündar’ın, Deniz Gezmiş’in kardeşi Hamdi Gezmiş ile birlikte yazdığı “Abim Deniz” dönemi belgelerle anlatıyor. Bir ailenin bakış açısı ile o günleri ve Deniz’lerin savaşını bize tekrar yaşatıyor.  Kitapta en etkilendiğim bölümlerden biri Hüseyin İnan’ın idamı kesinleştikten sonra bile tarımla ilgili çıkan yasa taslağını avukatından isteyip, inceleyip, yanlarına notlar alması oldu. İnanç ve cesaret örneği.

O dönemi, bu gençleri anlayabilmek ve içinde bulunduğumuz döneme nasıl geldiğimizi bir parça anlamlandırabilmek için okumanızı tavsiye ederim.

deniz-gezmis-idam

Ateş Serisi

Tarihi kurgu romanları okumayı seviyorum.  Genel olarak roman okumayı seviyorum aslında. Bir kaç günde bitiveren, akıcı, kolay okunan ve yormayı bırak, bir süreliğine insanı ortaçağ Avrupa’sına, en çok da İngiltere civarına ışınlayan romanlar okumak ayrıca çok zevkli.

En son okududuklarım, bir arkadaşımın kütüphanesinde gördüğüm ve bir nefeste okuduğum Rita Hunter’ın “ateş” serisi idi. Kitapları okuduktan sonra yazarı hakkında biraz araştırınca, gencecik bir Türk yazarla karşılaştım. “Zeynep Avcı Ataş” Şaşırtıcıydı, çünkü büyük bir ustalıkla yazılmış, döneme ve ilişkilere dair son derece isabetli bilgilerin olduğu, nefis kitaplardı. Bir İngiliz yazar bekliyordum, mutlu oldum açıkçası.

Seri aynı zamanda yakın arkadaş olan 3 lordun yaşadığı aşkları anlatıyor.

Serinin ilk kitabı Isabel ve Adrian’ın hikayesini anlatan “Aşkın Ateşi”.  Kendine güvenen, oldukça öfkeli, cesur, toplumsal kuralları hiçe sayacak kadar gözükara ve ne istediğini bilen, sorumluluğunu da alabilen bir karakter olan kızıl afet Isabel ve güçlü, kendinden emin, koruyucu ve hırslı bir Adrian. Bu kitapla beraber serinin diğer iki karakteriyle de tanışıyoruz.

askin-atesi-ates-dizisi-1_avatar_orj

İkinci kitap Sophie ve Brendan’ın hikayesini okuyacağımız “Ruhun Ateşi”. Serinin en naif, en duygusal, iyilik perisi ve masum karakteri Sophie ile yine serinin iletişime en kapalı, en kendini beğenmiş ve en ciddi karakteri Brendan’ın hikayesi.

16176031-11b0-4068-a85a-426696f56636

Son kitapta İskoç güzeli Davina ve ekibin son bekarı Stephan’ın hikayesini okuyoruz. İskoç ataları gibi toprağına ve ailesine bağlı, İngilizleri pek sevmeyen, kalender, çalışkan, akıllı ve intikam söz konusu olduğunda gözü hiçbir şey görmeyen Davina ve 3 lordun içindeki en sempatik, bence en kalender, ailesini koruyan ve evliliğe, her ne kadar hiçbiri sıcak bakmasa da, en uzak olan karakter.

d15d3c84-f79e-4ce6-b4ec-616094a5e1af

Kitapları ardı ardına okuyunca bu 3 çiftin keşisen hayatlarına dahil oluyorsunuz. Her ne kadar dönem erkek egemenliği hoşuma gitmese de, işin içine aşk ve tutku girince, hayata verilen kısa molalar haline geliyor hikayeler.

Roman okumak güzeldir…

Ömür, kayıveren bir parlak yıldızdı!

İnsan 20’lü yaşlarda ömrü sonsuzluk kadar uzun zannediyor. 30’lara kadar da bunu bir daha düşünmek için vakti olmuyor. Zaman bol ya nasılsa!

Bir kadın olarak genel anlamda süreç sonrasında şöyle: 30’lu yaşlarda bir nebze farkına varıyor olayın ve ufak bir panik hissediyor. 30-35 arasında bu panik bekarsa evlenmeye, evliyse doğurmaya, bunlarda pek şans yoksa kariyer parlatmaya hırsla evriliyor. Gençlik ateşinin her daim yanmayacağı, zayıfça beliren kırışıklıklar, bir türlü verilemeyen kilolar ve akşamın 10’unda beliren yorgunlukla anlaşılıyor. Hayret ve sonrasında gelen kabulleniş ise 35’ten sonra.

Thingking of You by Pino Daeni

Kırışıklıkların şöyle bir uğramadığı ve yatıya geldiği anlaşılıyor. Kremlerden umulan medet, bir süre sonra yerini doğallık kisvesine (veya uyanışı diyelim) bırakıyor. Kilolara uygun kamuflaj bir giyim tarzı benimseniyor. Makyaj ve bir nebze frapanlık günlük hayatın baskın bir parçasına dönüşüyor. Yorgun olma hissi “uykusuzum, muayyen günümdeyim, başım ağrıyor, lodostur o lodos” gibi ota b.oka bağlanmakla beraber, yaşın getirdiği yeni fiziksel kondisyona alışılmaya başlanıyor. Çocuklu kesim nispeten doğuma ve kucağındaki bebeye sığınıyor ama onun handikapları da diğerlerinden az değil.

Sonra yavaş yavaş duruluyor insan. O zamana kadar inşa ettiği hayatının farkına varıyor. Didinip yaptığına alıcı gözle bakmaya başlıyor. Elden gelenin en iyisini mi yaptığını sorguluyor. Bu sorgudan alnının akıyla ve hakkıyla çıkanlar, yüzlerindeki kırışıklıkların arasına yerleşen gülümseme ile mutlu mesut devam ediyorlar. Diğerlerinin iç hesaplaşmasına Allah yardım etsin. Bir kadının en zorlu ve en anlamlı savaşı bana kalırsa. O hesabı dürebilenlere yepyeni bir kapı açılıyor. Kendiyle helalleşemeyenlerse, aptal “menapozlu teyze” kavramının hakkını veriyor hayatı kendiyle beraber etrafıdakilere de zıkkım ederek.

Bu anlamda 40’lar barışma, kendine gelme, yeniden düzenleme, sahiplenme, kabullenme dönemi bence. Sonrasını henüz bilememekle beraber, tahminim gittikçe güzelleşen, insanın içindeki gücün farkına vardığı, kendiyle barıştığı ve huzura yaklaştığı bir dönem olsa gerek. Çok mu iyimserim göreceğiz…

Bunlar işin güzellikleri. 40’ların başındayken güm diye kafama vuran bir diğer gerçek ise ölüm. Ailemin benden büyük 2. kuşağının yavaş yavaş hatıralar ormanına dahil olduğu dönem. Çocukluğumuzun masum görüntülerinin kahramanlarının, çocuklarımıza anlatacağımız hikayelerde kaldığı dönemlerin başları. Bize masal anlatan, masal gibi bir çocukluk yaşatanların, yavaş yavaş masal kahramanı olduğu zamanlar. İçinde acı, matem, hüzün, özlem, minnet, sevgi barındıran yıllar.

the-happy-family-1
The Happy Family by Ferdinand Gearg Wladmuller

Çocukluğumun büyülü bir dünya olmasını sağlayan o muhterem insanlara sevgi ve saygı hissediyorum. Şükrediyorum buna sahip ve şahit olduğum için. O hisleri çocuklarıma taşımak için uğraşacağım. Onlar benim kısa ömrümün kadim zamanları, o mukaddes, güngörmüş insanlar benim kahramanlarımdı.

Ailemizden kayan bir büyük yıldız, hâlâ hayatta olmasına her gün şükrettiğim ananemin küçük kardeşi, annemin dayısı, elinden yediğim tek ve haklı tokadın hayatımda önemli bir yer tuttuğu, çocukluğumun en bilgili ve saygın kahramanlarından büyük dayım, çocuklarımın yeterince iyi tanıma fırsatı bulamadıkları ama hatıramdaki halini çok iyi bilecekleri büyük büyük dayımın anısına…

6-A-Happy-Family-country-Eugenio-Zampighi
A Happy Family Country by Eugenio Zampigni

2016 Dünyası

En çok hislerden dolayı yorgunum. Yoğun günlük tempom değil beni yoran veya uykusuzluk ya da iş stresi. Hayır, beklemek, umut etmek, zamanın içinde kaybolmak etkili. Bunlar bir parçası yorgunluğumun. Esas dünyanın yükünü omuzlarımda hissetmek ve çaresizlik hissi beni boğan. Ve elimden gelen sadece aileme ve günün getireceklerine sarılmak. Bu his benim gibi herşeyi kontrol altında tutup, düzene sokma sevdalısı bir bünyede ne yapar tahmin edin; bezginlik ve hırçınlık.

Oysa günün tadını çıkarmak istiyorum. Ağız dolusu kahkahalar atmak. Nefis sofralarda, harika dostlar ağırlamak. Çocuklarımla her günü bayram coşkusunda yaşamak. Sadece güzel şeyleri görmek, duymak, bilmek, planlamak.

Gökyüzü

Yurdun bir yanı yangın yerine dönmüşken, üç maymunu oynayan çoğunluk derin bir yarın endişesi ile çaresizliğe boğulmuşken, dünyanın dengesi yine savaş çığlıklarına evrilirken, doğanın anası ağlar, çocuklar eğitimin demir pençesinde kıvranırken nasıl olacak bu?

avcilar-tarafindan-vurulmayi-goze-alip-seks-yapiyorlar-43900

2016’dan beklentim radikal. İçimdeki değişimin yaşama geçmesini diliyorum. Beklentim ruhumdaki kara deliklerin yerine, masmavi bir gök huzurunun dolması. Yarının getireceklerine dair endişelerimin, huzuru barındıran bir orman serinliğine dönüşmesi. Kahkahalarımın kendiliğinden havaya karışması. Coşkunun telaşesi ve dinginliğin hakim olması yaşamıma. Çok mu? Kısacık ömrümüz için az bile!

Evet bu yepyeni yıldan, bunları diliyorum. Evren, duy sesimi…