İnsan 20’lü yaşlarda ömrü sonsuzluk kadar uzun zannediyor. 30’lara kadar da bunu bir daha düşünmek için vakti olmuyor. Zaman bol ya nasılsa!
Bir kadın olarak genel anlamda süreç sonrasında şöyle: 30’lu yaşlarda bir nebze farkına varıyor olayın ve ufak bir panik hissediyor. 30-35 arasında bu panik bekarsa evlenmeye, evliyse doğurmaya, bunlarda pek şans yoksa kariyer parlatmaya hırsla evriliyor. Gençlik ateşinin her daim yanmayacağı, zayıfça beliren kırışıklıklar, bir türlü verilemeyen kilolar ve akşamın 10’unda beliren yorgunlukla anlaşılıyor. Hayret ve sonrasında gelen kabulleniş ise 35’ten sonra.

Kırışıklıkların şöyle bir uğramadığı ve yatıya geldiği anlaşılıyor. Kremlerden umulan medet, bir süre sonra yerini doğallık kisvesine (veya uyanışı diyelim) bırakıyor. Kilolara uygun kamuflaj bir giyim tarzı benimseniyor. Makyaj ve bir nebze frapanlık günlük hayatın baskın bir parçasına dönüşüyor. Yorgun olma hissi “uykusuzum, muayyen günümdeyim, başım ağrıyor, lodostur o lodos” gibi ota b.oka bağlanmakla beraber, yaşın getirdiği yeni fiziksel kondisyona alışılmaya başlanıyor. Çocuklu kesim nispeten doğuma ve kucağındaki bebeye sığınıyor ama onun handikapları da diğerlerinden az değil.
Sonra yavaş yavaş duruluyor insan. O zamana kadar inşa ettiği hayatının farkına varıyor. Didinip yaptığına alıcı gözle bakmaya başlıyor. Elden gelenin en iyisini mi yaptığını sorguluyor. Bu sorgudan alnının akıyla ve hakkıyla çıkanlar, yüzlerindeki kırışıklıkların arasına yerleşen gülümseme ile mutlu mesut devam ediyorlar. Diğerlerinin iç hesaplaşmasına Allah yardım etsin. Bir kadının en zorlu ve en anlamlı savaşı bana kalırsa. O hesabı dürebilenlere yepyeni bir kapı açılıyor. Kendiyle helalleşemeyenlerse, aptal “menapozlu teyze” kavramının hakkını veriyor hayatı kendiyle beraber etrafıdakilere de zıkkım ederek.
Bu anlamda 40’lar barışma, kendine gelme, yeniden düzenleme, sahiplenme, kabullenme dönemi bence. Sonrasını henüz bilememekle beraber, tahminim gittikçe güzelleşen, insanın içindeki gücün farkına vardığı, kendiyle barıştığı ve huzura yaklaştığı bir dönem olsa gerek. Çok mu iyimserim göreceğiz…
Bunlar işin güzellikleri. 40’ların başındayken güm diye kafama vuran bir diğer gerçek ise ölüm. Ailemin benden büyük 2. kuşağının yavaş yavaş hatıralar ormanına dahil olduğu dönem. Çocukluğumuzun masum görüntülerinin kahramanlarının, çocuklarımıza anlatacağımız hikayelerde kaldığı dönemlerin başları. Bize masal anlatan, masal gibi bir çocukluk yaşatanların, yavaş yavaş masal kahramanı olduğu zamanlar. İçinde acı, matem, hüzün, özlem, minnet, sevgi barındıran yıllar.

Çocukluğumun büyülü bir dünya olmasını sağlayan o muhterem insanlara sevgi ve saygı hissediyorum. Şükrediyorum buna sahip ve şahit olduğum için. O hisleri çocuklarıma taşımak için uğraşacağım. Onlar benim kısa ömrümün kadim zamanları, o mukaddes, güngörmüş insanlar benim kahramanlarımdı.
Ailemizden kayan bir büyük yıldız, hâlâ hayatta olmasına her gün şükrettiğim ananemin küçük kardeşi, annemin dayısı, elinden yediğim tek ve haklı tokadın hayatımda önemli bir yer tuttuğu, çocukluğumun en bilgili ve saygın kahramanlarından büyük dayım, çocuklarımın yeterince iyi tanıma fırsatı bulamadıkları ama hatıramdaki halini çok iyi bilecekleri büyük büyük dayımın anısına…
