Bebek ana rahmine düştüğü anda bir ruh üfleniyor içine. O ruh, yüzyıllardan bu yana anne ve babanın atalarının, insanlığın yaşadıkları ile yoğruluyor. Doğduğunda, bebeğin ruhunda işte bu ışık parlıyor. O yüzden o mis kokuları, o yüzden o aşk; o yüzden çirkin ve buruşuk bedenlerini, cırtlak seslerini bağrımıza basıp sütümüzle, benliğimizle besleme isteğimiz.
İnsanın doğası değiştirilemiyor. Kimi huy diyor, kimi fıtrat, kimi benlik. O minik insan içine doğduğu koşullar ve ona yaşamının ilk evrelerinde eşlik edenlerce yoğruluyor. Yaşamı öğreniyor, duyguları, davranışları. Ne kadar düşmüşse şansına, o kadar! Ama neyle yoğrulursa yoğrulsun, özü hep olduğu gibi kalıyor.
İnsan ya kök olarak doğuyor, ya da dal. Kökü sağlam olanlar derinlere ulaşıyor, dalları güçlü olanlar yükseklere. Ne bir kök dala, ne de bir dal köke dönüşemiyor. Huy değişmiyor, fıtrat aynı kalıyor. Aksi ise ruhuna sığamayan, aldığı nefesin yetmediği, mutsuz bir insan…
Çocuk yetiştirirken de, hayatına yön verirken de insan kendini bilmeli. Kök mü, dal mı? Belki de bu yüzden insan, bir çocuğu yetiştirken öğreniyor en çok kendini. Bebek daha emerken onun fıtratını anlamaya başlıyor. Aceleci mi, hırslı mı, sakin ve metanetli mi, alabildiğine mi, kalender mi? Nasıl öğreniyor, ne kadar füturlu, cevval cabbar mı, temkinli ve derinlemesine mi, sakince alıyor mu hayatı, zevkle dalıyor mu içine bilinmezlerin?
Bir kökse eğer, zeminini tanıyor. Onu mutlu eden sağlamlıkta ve verimde bir yer arıyor. Onu bulduğunda kök salıyor, sımsıkı tutunuyor. Bazen bir insan, bazen bir meslek, bazen bir yer, bazen de bir hayal.
Eğer bir dalsa, olabildiğince çoğalıyor. Gücünün yettiği her yere ulaşmaya çalışıyor. Sonsuzluk kadar çok olan seçeneklerinin içinde onu en çok yeşertecek olan dallarını büyütüyor. O dallar bazen bir insan, bazen bir meslek, bazen bir yer, bazen de bir hayal.
İnsan kendini bildiğince yönünü de, yöntemini de ince bir keskinlikle tayin edebiliyor. Ama bunun farkına varması için, kaygan zeminlere tutmayan kökler salmanın, fazla sıcak veya soğuk iklimlere dallarını yeşertmenin yaşanmışlığı gerekiyor. Elde kalan bir minik dal parçası yetiyor sonrasında köklenip, yeşermeye.
En güzeli de bir kökün dallarına, dalların ise köküne ulaşmış olması. Eş seçimi önemli. Sonrasında yeşeren meyvelerin tadına doyum olmaz 🙂
Anne gözüyle, yavrularımın bana ifade ettikleri bunlar işte. Bana öğrettikleri. Kendimi tanımamda, evliliğimde, anne olmamda, hayatımı anlamlandırmamda böyle dile geliyorlar. Onlar bizim sevgi ve hayranlıkla eşlik ettiğimiz meyvelerimiz. Onlara köklerimiz ve dallarımızla bağlıyız. Gücümüz, her birimizin içinde taşıdığı ışığın parlaklığı gibi, duru ve kadim…