O Taşın Altı

Yazasım var. Yazmak iyi geliyor. Bir şeyin iyi gelmesine ihtiyaç duymayacak bir dünyada, bir zamanda yaşamak isterdim. Çocuklarımın sağlığı, mutluluğu, sevinci, büyümeleri; bizim, ailemizin, arkadaşlarımızın huzuru, neşesi, hatta karnımızın doyması yetmeliydi kahkahalarımıza. Ama öyle olmuyor.

İnsan sadece günü kurtararak, kendi fanusunu koruyarak, içine bakarak, duymayarak, ilgilenmeyerek yaşayamıyor. Yaşanır sandık, ama olmadığını gösterdi zaman. Bombalar kulaklarımızın dibinde patlıyor. Dini kullananlar çocuklarımızın ruhunu kirletiyor. Medya manipülasyon konusunda uzmanlığa koşuyor. En basit yaşam haklarımız, haber alma haklarımız bizi bırakın, çocuklarımız nezdinde bile yerle bir oluyor. Eğitim ve sağlık konuları giderek aileleri güvensizlik çemberinde boğuyor. Evet endişeleniyoruz, çünkü okullar kadar, okuduktan sonra olanlar da pek iç açıcı değil. Peki ne yapalım?

Hala fanusumuzda olmaya direnebiliriz. Haftasonu planları yapar, belki bu kez alışveriş merkezlerine değil de parklara gideriz. Çocuklarımızı parasını verebildiğimiz en donanımlı okula teslim edip, gönlümüzü bir nebze rahatlatabiliriz. Hala tatil planlarına, bahar tomurcukları fotoğrafları ile eşlik edebiliriz. Kıyafetimizin ayakkabımıza uyumu ile, kredimizin 3 yıla kalmaz bitecek olması bizi tatmin eder. İşimizin içeriği değil, bir işimiz olması yeterli gelir. Yaşar gideriz…

Gidemeyiz… Ben gidemiyorum. Evet hayat devam ediyor. Gülüyorum hala. Çalışıyorum. Dün akşam kek yaptım mesela durup dururken. Haftasonu arkadaşlarla buluşacağız, plan yaptık. Çocukların yazlık kıyafetlerini çıkarayım diyorum. 3 kitabı aynı anda okuyorum. Seyredeceğim filmlerin listesini tazeliyorum. İnanmazsınız, kahkaha bile atıyorum hala. Ama içimde görmezden gelemeyeceğim bir yer var. İçim huzursuz, hüzünlü.

Gelecekle ilgiliydi kaygılarım. Zamanı gelmedi diye umursamaz davranmayı becerebiliyordum. Görmezden gelirsem yok olurlar diye umuyordum sanırım. Fakat anladım ki, sorunlar bugünde. Yaşarken sorunlara el atmazsak, çocuklarımıza bırakacağımız gelecek tehlike altında.

Bizim kuşak, 40’lı yaşlarda olanlar, steril ortamlarda büyüdük. Etliye sütlüye bulaşmazsak, elimiz kirlenmez sandık. Aman bir okuyalım, bir işimiz olsun, ülke ve dünya meseleleri ile ilgilenmesek de olurdu. Yemek ve temizliği bile öğrenmemize gerek yoktu. Nitekim işlerimiz, dolayısıyla paramız olacak ve bütün bunları satın alabilecektik. İyi kötü oldu da.

Gözden kaçan şey, genel yaşam standardının ülke koşullarına sıkı sıkıya bağlı olduğu gerçeğiydi. Birilerinin senin adına karar almasına izin verirsen, o karara riayet etmen gerektiğiydi. Sen kendinle uğraşırken, toplulukları, toplumları peşinden sürükleyenler çaba gösteriyordu. Bu çabayı küçümsemek, o çabanın başarısını yok etmiyordu. Bugün pombalar kulaklarımızın dibinde patlıyor ve biz ne kendi canımızı, ne de çocuklarımızın geleceğini koruyamıyoruz.

Elimizi taşın altına koymak, taşın ağırlığı arttıkça zorlaşıyor, farkındasınız değil mi? Önümüzdeki en yakın ve en taşınabilir taş gözümüze kestirip, ayağa kalkma zamanı şimdi.

Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi; “Umutsuz olmamak gerektiğini biliyorum, bu acımasız gecede.”

Özlü Sözler | Seneca Sözleri | Nefes alıyorsan umut var demektir; ama nokta koyulduktan sonra, `belki` demek umut değil, çaresizliktir.
Lucius Annaeus Seneca (d. Cordoba, İspanya MO 4 – ö. Roma MS 65) Romalı düşünür, devlet adamı, oyun yazarı.

O Taşın Altı’ için 4 yanıt

  1. çok güzel bir yazı olmuş canım. etliye sütlüye karışmak gerekiyomuş demek zamanında biraz 🙂

    Beğen

Yorum bırakın