Baş parmak, işaret parmak, orta direk, küçük hacı, güllü bebek… Ananenize sorarsanız, o da size bunların parmak isimleri olduğunu söyleyecektir mutlaka. Ayak parmaklarımın her bir tırnağına başka renk oje sürdüm. Baktıkça çocuklaşıyorum. Çocuklar gibi şen hissetmek için aslında ne kadar az şeye ihtiyacımız var farkında mısınız?
Kızımın sağ ayağının güllü bebeğinin tırnağı düştü. Bahçede koşturup, oynarken. Ne kadar şanslı değil mi? Bahçede oynarken düştü tırnağı! Bahçede! Oynarken! Düşen o tırnağını aldı, çıkan 3 dişi ve ilk küpesinin olduğu kutuya koydu. Ben de hala saklıyorum çocuklarımın göbek bağlarını, ilk saçlarını ve bilimum müze, konser biletleri ile bebeklik patiklerini… Bir de annemin büyükbabasının kendi elleri ile yaptığı albümü ve tavşan ninenin gözlerine çektiği sürmeyi… Geçmişte yaşananlar aslında bizi biz, bugünü keyif alınan an, geleceği umutlu yapan. O anılar, hatıralar…
Bugün çocuklarıma Enis Batur’un derlemesi ile 1800’lü yıllarda yabancı gezginlerin Türkiye’yi anlattığı bir kitabı okudum. Karakalem resimlerde bildiğimiz şehr-i İstanbul’un ırzına geçilmemiş hallerini gördük. Uzakta bir hayal olan İstanbul semtlerini yad ettik beraber. Henüz 5 ve 7 yaşındaki çocuklarımın zihnindeki İstanbul ile artık çoktan toprağa karışmış o gezginlerin İstanbul’u, beni hayrete düşürecek denli aynıydı. Zaman ve mekan zihninizin bir oyunu olabilir mi, ne dersiniz?
Sonra açtım Whatpatt’i. Yeniyetme gençlerin öykülerine verdim kendimi. Bu gençler ki, beni umuda bağlayan rengarenk ipler. Onlar, edebiyatı seven, bu işe gönül veren, okuyan, uğraşan gençler benim gözümde. 5 yıl ilkokul eğitimi süresince okuma yazmayı ve imlayı öğrenmişler. Hala nasıl basit imla hataları ile sayfalarca romanlar yazabiliyorlar peki? Nasıl güzel kurgular, nasıl harika betimlemeler, nasıl şahane karakter tasvirleri ve nasıl acınası basitlikte imla hataları! Ana dilinde… İçim acıyor eğitim sisteminin geldiği yeri deneyimledikçe hayatımda. Biz ne yapacağız çocuklarımız için? Ne yapmalıyız? Daha da fazla emek vermeli, daha da çok üstümüze almalıyız bu işi. Önemli, çok önemli. İnsan kendini ifade edebildiğince huzur bulmuyor mu? Bunu yapabilmenin yolu, dil değil mi? Ah…
Kızımın ve oğlumun, minik bir taş parçasını veya düşen güllü bebek tırnağımı özenle sarıp sakladığı gibi, kelimelerini de aynı özen ve önemle sarıp sarmaladıklarını, içlerinde bir hazine gibi taşıdıklarını hayal ediyorum. Çok şey değil, değil mi istediğim? Biz koparmazsak, onlar daha sıkı sarılırlar geçmişe diye umuyorum. O geçmiş sayesindedir ki, muştulu gelecekler, keyifli bugünler umut edebiliriz ancak…