Bu sabah işe tarihi yarımada üzerinden geldim. Çok keyifliydi. Çünkü keyifle işe gitmeye karar vermiştim. Gördüğüm bazı şeyler de ayrıca mutlu etti beni.
Tramvay ve metro hemen geliveriyor. Kalabalıksa diğerini beklemek sorun değil. Her halükarda uzun bir yolculuk olacağı düşünülürse, insanı epey mutlu ediyor bu durum.
Sıcak simit ve yanında taze karper buldum. Kokusuna dayanamayıp minik minik tırtıklayarak işe gelene kadar bitirdim.
Ayasofya, Gülhane, camiler, çarşı-pazar, çeşmeler, duvarlar, Yerebatan… Eski zaman binaları, eski zaman duyguları, tarih hissi… Sardı sarmaladı. Sonra halıcılar, restoranlar, kafeler, oteller… Turist gözüyle otantik olan ülkem. Gezme isteği canlandı içimde delicesine… Çocuklarla İstanbul’da bulunduğumuz ilk tarihte uzun bir tarihi yarımada gezisi yapalım dedim. Biraz daha büyüdüklerine göre hakkını teslim edebiliriz sanırım bu gezinin artık.
Eminönü’ne gelince vapurları, Galata Kulesi’ni, denizi, köprüyü ve balıkçıları gördüm. Güneşin yükselmeye başladığı zamanlardı ve günü selamlıyordu sanki insanlar.
Avrupa’nın metroları çok eski, kokulu, boğuk olsa da, bana modern çağın mucizeleri gibi geliyorlar. İlk gördüğüm zamanlardan kalan bir his sanırım. İstanbul’da bana bu hissi sadece Taksim-Kabataş finiküleri veriyor. Avrupa’nın bir güzel şehrindeymişim hissi.
Metroda kitap okuyan bir kızın önünde ayakta duruyordum. O inince ben oturdum ve kitabımı okumaya başladım. Durağa gelince yerimden kalktım ve benim yerine oturan kızın da kitabını açtığını gördüm. Harikaydı. Sanki kitap okuma koltuğu yapmışlar gibi hissettim.
Harika bir sabah yolculuğu oldu. Ha diğer açıdan bir gezi değil bu. Her sabah ve akşam gerekli midir, olmalı mıdır gibi soruların da ucu açık!
Sonra… İşe geldim…
Simit ve karper…mm en sevdiklerimden 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
😊
BeğenBeğen
okuması keyifli 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkürler 😊😉
BeğenBeğen