Eğitim

Türkiye’de anne ve baba için eğitim, çocuğu doğduğu anda en ciddi mevzulardan biridir.

Cumhuriyet kurulduğundan bu yana 74 farklı Milli Eğitim Bakanı görev yaptı. 18. bakan Hasan Ali Yücel 8 yıl boyunca bu görevdeydi. (Köy Enstitüleri güzelliği için bir kez daha saygıyla anmak isterim.) Ardından en uzun süre görev yapan bakan 70. bakanımız Hüseyin Çelik oldu, 6 yıl. Diğer bakanların görevde kalma süreleri ise 1-3 yıl arasında değişiyor. İçerik ve sistem olarak konunun uzmanı bir kadronun oluşturduğu, modern, demokratik ve çağımızın gerekliliklerini karşılayan, üzerinde mutabık kalınmış, sürdürülebilir bir eğitim programımız olsa kısa süreli bakanlıklar sorun olmayabilirdi. Ancak her gelen bakanın birbirinden farklı içerik ve sistemi yürürlüğe aldığını düşünürsek, kısa süreli bakanlık görevleri ciddi sıkıntı. Bu şekilde içeriği sürekli farklılaşan, eşit bir şekilde çocuklara ulaştırılması güç, uzun vadede sürdürülebilirliği zayıf bir eğitim sistemi ile üreten, sorgulayan, gelişen bir toplum yaratabilmemiz pek olanaklı durmuyor.

Bir ulusun, bir ülkenin, bir coğrafyanın modern, özgür ve demokratik yaşam kalitesini yakalayabilmesi için, öncelikle uzun vadede sürdürülebilir, içeriği sağlam, konunun ehli bir grup eğitimci tarafından hazırlanmış, uygulaması denetlenebilir ve erişimi geniş bir programa sahip olması gerekir düşüncesindeyim. Bu şekilde iyi bir başlangıç yapılabilir. Eğitim sadece devlete teslim edilerek değil, bağımsız komisyonlar, STK’lar, eğitim kurumları, üniversiteler ve özellikle aileler işin içine dahil edilerek geliştirilebilir.

5 yıllık zorunlu eğitim, 1997’de 8 yıla ve 2012 yılında 4+4+4 düzenlemesi ile 12 yılla çıkarıldı. Bu esnada hızlı, radikal, iyi çalışılmamış, uygulamada sıkıntıları olan programlar da beraberinde geldi. Bugün bu sistemin eğitime başlama yaşından, okulu erken terketmeye, başarı seviyesinden, içerik ve materyale kadar hemen her konuda ciddi sıkıntıları ve başarısızlıkları olduğunu görebiliyoruz. Çocuklar kadar eğiticiler de olumsuz etkilendi bu durumdan elbette. Bunu çocukları okullu bir anne olarak rahatlıkla gözlemleyebiliyorum. 4+4+4 uygulamasının 2 yıl sonraki sonuçları, Eğitim Reformu Girişimi ve Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nın yayınladığı araştırmaya göre pek de parlak olmadı.Tam gün eğitim veren okul sayısıyla beraber öğrencilerin matematik, Türkçe, fen ve İngilizce başarı oranları düşerken, akran zorbalığı da artmış oldu. Dileyen yayınlanan raporlara bu adresten ulaşabilir.

OECD’nin 2015 yılında yayınladığı rapora göre Türkiye’de 15-19 yaş aralığındaki öğrencilerin eğitime katılma oranı %69. OECD ortalaması ise %84. 18-24 yaş aralığında ise rekoru elimizde tutuyoruz. %11 olan OECD ortalamasına karşın, ülkemizde lise eğitimini terk eden öğrenci oranı %38. Zorunlu eğitim derken??

En can alıcı oran ise 15-29 yaş aralığındaki gençlerin %28,4’ü ne okulda, ne de herhangi bir işte!

picture3

Öte yandan eğitime ayrılan bütçe oranı OECD ülkelerinde %6 civarında iken, bizde bu oran %3,4’tür. Bu bütçe içinde eğitim yatırımlarına ayrılan pay ise 2002 yılının yarısından azdır.

v

Bunun sonucu olarak ailelere maddi anlamda daha fazla yük gelmesi de doğaldır.

2015-2016 Eğitim İzleme Raporu‘nun sonuçlarına göre Türkiye’de hanehalkının eğitime katkısı OECD ortalamasının üstüne olmasına rağmen, hedeflenen özel öğretim payı yıllar içinde artmaktadır.

picture1

picture2

İmkanı olan elbette eğitime ayırdığı bütçeyi artırsın. Ama bu sadece geliri ve bilinci yüksek ailelerin çocukları için bir ayrıcalık yaratmanın ötesine götürmüyor bizi. Oysa ülkenin bir bütün olarak kalkınabilmesi için eğitimin kalite standardı kadar eşit dağılımı da önemlidir. Sonuçta hepimiz aynı gemideyiz, değil mi?

Her 3 yılda bir, 72 OECD ülkesini kapsayacak şekilde tekrarlanan PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Raporu) 2016 sonuçlarını açıkladı geçtiğimiz günlerde. Rapora göre durum pek de parlak değil. Zira matematik, fen bilimleri ve okuma kategorilerinde ortalamanın epey altındayız.

picture4

Üstelik 2003 yılından bu yana aldığımız en düşük puanları alarak!pisa-2

Bu durumda görünen o ki devletin varolan eğitim politikaları ile anlamlı ve hızlı yol alabilmek pek mümkün görünmüyor. Oysa acil ve etkin bir uygulamaya ihtiyaç var. Ebeveynler olarak okul öncesinden başlayarak çocuklarla, gençlerle daha fazla vakit geçirmek, STK’lar, muhtarlıklar, belediyeler gibi kurum ve kuruluşlar aracılığıyla örgütlenmek, minik bir atölye bile olsa katkıda bulunmak, halk kütüphanelerinin etkinleştirilmesi için çalışmak, okul aile birliklerinin bilinçlenmesi ve eğitime etkin katılımını sağlamak, gönüllü eğitim projelerinde yer almak, kardeş okul uygulamalarının kapsamını genişletmek, yayınevleri benzeri kuruluşlarla kitap ve okul gereçlerinin yaygınlaştırılmasını sağlamak için yöntemler geliştirmek, aileleri bilinçlendirmeye yönelik okul yönetimleri ile beraber çalışmak, en azından okumak ve kendi çocuklarımız dışındaki çocuklara da ulaşabilmek için farkındalığımızı yükseltmek durumundayız.

Bunlar kişisel olarak aileler tarafından yapılabileceğini düşündüklerimden birkaçı. Kimbilir sizlerin aklına daha da neler gelir? Yeter ki elimizi o taşın altına sokmaya gönüllü olalım. Yeter ki su almakta olan bu gemideki tüm çocukları kurtarmak zorunda olduğumuzun bilincine varalım.

Elimizin altında binlerce kaynak, doğal olarak merak eden çocuklar varken yapabiliriz diye umuyorum. Enseyi karartmaya gönlüm elvermiyor doğrusu 🙂

Eğitim’ için 2 yanıt

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s