İnsan dilediğince yaşayabilir mi, ne dersiniz? Sabah yatakta miskinlik yapmak arzusunu, işe gitme zorunluluğu sebebiyle bastırmaktan tutun da; evi satıp Avrupa turuna çıkmaya kadar. Çocuklar “iyi” okullarda okusunlar diye sürekli para sıkıntısı çekmeye veya kayınvalideyi ziyaret etme zorunluluğu yüzünden, yılda sadece 2 hafta olan tatil gelecek diye sıkıntı duymaya… Yani birey olarak canımızın çektiği, kendimize biçtiğimiz hayatı yaşamaktan sözediyorum.
Toplumsal kurallar kadar, aile içi dengelerin yani beraber yaşadığımız diğer insanların da isteklerini göz önünde tutmamız gerçekliğinden, kendimizle ilgili bazı dilekleri mantığa bürüyerek değiştiririz. Var olan durumu kabullenir, bakış açımızın esnekliği ölçüsünde buna uyum sağlarız. Kimimiz kahreder ve genelde sürekli söylenmeli bir ruh hali içinde, güzellikleri de sıkıntıyla yaşarlar. Kimimizse iyimser bir çerçevede, “vardır bir hikmeti” diyerek yaşarlar. Bardağın dolu yanını görebilmenin, nefes aldığımız sürece daha huzurlu olmamızı sağladığı aşikar. Sonuçta elimizde olmayan dışsal faktörler yüzünden şekilleniyor pek çok günümüz.
Şimdi bu noktada, doğduğumuz coğrafyayı, ailenin ekonomik ve kültürel durumunu, dünyanın içinde bulunduğu zaman dilimini, sağlık koşullarımızı, eşlerimizi düşünelim. Eş seçiminin bile bir doğal hak olmasının şans olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Kabul edelim ki, coğrafi güzelliklerine karşın, oldukça zor bir ekonomik ve kültürel yapıya sahip ülkemiz. Kişisel olarak her ne kadar eğitim olanaklarına erişebilmiş ve ekonomik olarak rahat addedilen bir noktada olsak da; bir İsveçli, bir Japon, İngiliz, Kanada vatandaşına göre pek de parlak bir durumda sayılmayız değil mi? Tabii aklınıza Afganistan gibi binlerce ülke ve coğrafya gelip, şükür halimize demek de işin farklı bir yanı.
Daha ziyade geleceğe ve dahası güvenli geleceğe koşullandırılmış olmamızdan; elde imkanı olanın daha çok bu kısır döngüye girmesinden, çoğunluğu oluşturan güruhun ise bunun dahi farkında olmamasından kaynaklı bir iç sıkıntım var. Yanlış ifade etmiş olmak istemiyorum; kendi adıma olmaktan ziyade, toplumsal olarak “biz”den bahsediyorum. Oysa ciddi bir eğitim atağı ile bunu tersine çevirip, yüzyılın bu dilimini harika bir auraya sahip, cennet gibi bir coğrafyada, pırıl pırıl ruhlar içinde yaşamak mümkün. Ütopya elbette şimdilik. Bir diğer seçenek de kendi yapay fanusunda yaşamak. İletişim hızının bu denli arttığı bir zamanda bunu yapabilmek imkansızken, bunun olmaması da bir o kadar saçma ve anlamsız geliyor…
Velhasıl, ortam insanı oradan oraya sürükleyen düşüncelere boğulmaya müsait. Ülkede yaşananlara bakılırsa, sürükleneceğimiz düşüncelerin olumlu ve sevgi dolu olmasını diliyorum. İçinde bulunduğumuz ruh halinin bizi daha güzel günlere götürecek adımları atmak için güdülemesini, pes etmeyip daha bir gayretle elimizdeki umuda sarılmamıza yol açmasını diliyorum.
Kimbilir bir gün biz bu coğrafyanın çocukları da, güzel şeylerden bahsettiğimizde vicdan azabı duymayacağımız günlerde güzel tatil rotaları öneririz birbirimize…
Kendi adıma bu ülke için yapabileceğim en güzel şeyin, erdemli, bilinçli çocuklar yetiştirmek olduğunu düşünüyorum. Ama şurada çelişiyorum, ben buna uğraşırken çocuklara iyilik mi yapıyorum kötülük mü? İleri de onlara öğretmeye çalıştığım güzel şeyleri yaşadıkları toplumda bulamadıklarında ne hissedecekler?
BeğenLiked by 3 people
Belki de bu toplumda yaşamayacaklarını, yaşayamayacaklarını kabul etmemiz gerekiyor, ne dersin Nihan? Bu iş hiç de iyiye gitmiyor. Bu dönemi çocuklarımızı en iyi bildiğimiz şekilde yetiştirmekle geçireceğiz belli ki. Sonrasına da onlar karar verecekler. İyi şeyler hissedemedikleri noktada gitme seçeneklerinin de olabileceğini şimdiden anlatmak gerek belki de…
BeğenBeğen
İşim gelecekle ilgili. Öğretmenim. Şu an için değil geleceğimiz için didiniyorum. Tıpkı ‘annekaleminden’ yorumunda olduğu gibi bilinçli bireyler yetiştirmeye çalışıyorum.
Ayrıca anneyim. Çocuklarım için de aynı telaş içindeyim. Bir yandan da umudumu yitirmemeye çabalıyorum. Ben, biz, diğerleri umudunu yitirirse geleceğin temeli sağlam olmayacak biliyorum ama insansın işte. Karamsarlığa kapılıyorsun. Tıpkı sizin de dediği gibi güzel anları çekinmeden paylaşabileceğimiz bir geleceğin sadece ‘hayal’ mi olacağı düşüncesinde takılı kalıyorsun. Sürekli geçmişi yad edip, ‘ah ne güzeldi o günler’ demek istemiyorum ben. Şu anımızın da değerli olduğunu doya doya yaşamak istiyorum…. düşüncelerim ordan oraya uçuşuyor ve anlam kaymalarına gideceğimi bildiğimden burada durup şunu söylemek istiyorum: Hay ağzınıza sağlık 🙂 Harika yazmışsınız
BeğenLiked by 1 kişi
Teşekkür ederim. Biz anneler hep aynı kaygı ve umudu taşıyoruz sanırım 🙂 Kaygılarımız karşılıksız, umudumuz güçlü ve gerçek olsun dilerim…
BeğenLiked by 1 kişi
Benim derdim de, ne boş tarafını ne de dolu tarafını görmeden bardağa bardak muamelesi yapmak sanırım. Yani bardağın işlevini bilmek ve gerisine çok takılmamak. İş odaklı bu gerçekçi yaklaşımın bazen yakın çevremi üzdüğünü görünce ben de kötü hissediyorum ama.
O zaman Şubat tatilinde atla gel Antalya’ya 🙂 Ama istersen başka tatil rotası da öneririm 😀
BeğenLiked by 1 kişi
Bardağa bardak muamelesi yapmak… Bunu yeterince düşünmedim hiç sanırım ! Düşünmeliyim… Tatil ne şahane bir şey değil mi? Keşke hep tatil olsa hayat… 🙂 Belki seneye Antalya güzel olabilir… 😉
BeğenLiked by 1 kişi
Bekleriz efenim. Ben de o arada bardağın içini görme çalışmaları yapayım.
BeğenLiked by 1 kişi