İncir Reçeli

Çok güzeller. Minicik, yeşil, sert incirler. Sadece koyu yeşil, şahane renkleriyle değil, kekremsi kokularıyla da tam bir şenlik. Reçeli ise epey uğraştırıcı doğrusu. Artık köylülerin bu incirleri reçel yapmaya uğraşmamasını anlayabiliyorum 😉

Pazarda görüverince gönlümüz kaydı. Aldık köyünden toplayıp gelmiş bir kadından. Tarifini sordum, “biz hiç reçel yapmayız bunu, soruyor şehirliler diye getiriyorum” dedi bana. Hâlâ şehirli olduğum gerçeği yüzüme vurulmuş olmasına rağmen, içimden geldiği gibi yaşayabildiğimden olsa gerek, gülümsedim tüm yüreğimle yine de. Bir başka kadın bitti yanıbaşımda, verdi tarifi. Kadınların içgüdüsel yardımlaşma hallerine bitiyorum.

Sonra bir dolu uğraştım. Kaynattım, soğuttum, yıkadım, sıktım, kestim, ekledim, çıkardım… Ben incirlerle, onlar şeker, su ve karanfille hemhal olana dek uğraştık karşılıklı dünya harikaları ile. Şimdi bunca yorgunluğa kavanozun dibinde dinleniyorlar, hakettiler zaar 😊 

Ben mi? Ben hâlâ yaşadıklarıma inanamıyorum 😎🙌🎶

Zamanın Tutsaklığı

Şehir hayatı insanın zihnini işgal ediyor diye düşünürdüm. Şimdi farkına varıyorum ki, aslında tutsaklığa mahkum olan zamanımız. 

Trafiğin, kalabalığın, uğultunun ve acelenin meşgul ettiği günün içinde zihin kendine kaçacak aralıklar yaratabilme kapasitesine sahip. Hayal kuruyor, sohbet ediyor, plan yapıyor, kaçıyor. Bunlar stresin sibop noktaları. Bu sayede yaşamaya ve dayanmaya devam edebiliyoruz. Çocuklarımızı istediğimiz gibi yetiştirebilme, özümüzdeki gibi olabilme, hayal ettiğimiz hayatın içinde varolabilme çabamız bu sayede ayakta kalabiliyor. Ama tam olarak değil! Bütün mutsuzluğun ve kaçış fikrinin özünde de tam da bu olmamışlik yatıyor diye düşünüyorum. 

Gençken şehrin daha dayanılabilir, hatta sevilir olmasının sebebi de önümüzdeki zamanın sonsuzluğuna inanıyor oluşumuz sanki biraz da. ‘Bugün değilse de yarın bir ara ‘o’ günleri de yaşayacağız nasılsa’ inancı. Oysa zamanın hızını görünce daha aceleci ve daha umutsuz oluyoruz doğal olarak.

Zamanımın efendisi olmayı başardığımda benliğimin ortaya çıkışı bu nedenle beni rahatlattı. Aslına bakarsanız pek de değişiklik yok günümde. Temelde benzer şeyleri yapıyorum. Ama acelesiz ve bol bol. İşte içimi coşturan da tam da bu hakkını verme ve tadını çıkarma hissi. 

Zihnim kendini gerçekleştiriyor her şekilde. Zamanımsa prangalarindan kurtuldu ve özgürlüğünü yaşıyor…

Kasaba Hayatı

Kendimi 42 yaşında emekli edip, bence Ege’nin en şahane kasabasına yerleştiğimde ruhumda özgürlük ve başıboşluk, kalbimde pır pır umut, zihnimde türlü çeşit planlar ve aklımın bir köşesinde de etraftan çığlık çığlık yükselen’orda sıkılırsın yahu’ feryatları vardı. Gün be gün ekliyoruz zamana ve henüz bizde en ufak sıkılma emaresi belirmedi. Merak eden varsa hani 😉

En çok ne yapıyoruz diye bir düşündüm de; sanırım en çok gülümsüyoruz 😊 

Bol bol çay, kahve, bira, şarap içiyor; yemek ve ot tarifleri deniyor, yoğurt mayalıyoruz. Şaka değil, her hafta neredeyse 10 kilo sütü sarıp sarmalıyorum 😂 2 ayda 12 kitap okumuşum. Sayfaya vursan, boyumu aşar hani 😝 Çocuklarla oyun oynamayı öğrendim. İtiraf edeyim önceden bu konuda pek iyi değildim. Giderek gelişiyor bu yönüm. Artık sıkılmadan 2-3 saat oynayabiliyorum. Çok daha az televizyon seyrediyor, daha çok müzik dinliyorum. 

Uzaklara bakmayı yeniden keşfediyorum. Kafamı kaldırıp denize, dağlara, gökyüzüne bakmayı öğreniyorum yeniden. Çiçeklerin renklerini, toprağın dokusunu, soğuğun anlamını, sıcağın nefesini hissediyorum taa içimde. Ellerim hep suyun içinde, daha kuru, daha yıpranmış ama biliyorum çok daha mutlular. Henüz dilediklerince üretemiyorlar ama, yakındır. Çocuklar 3 öğün evde yemek yiyorlar. Acelesiz, sohbetli, gülüşlü, lezzetli. Laf aramızda yemek yapmayı da fırsat bu fırsat öğreniyorum yavaştan. Bu konuda gidecek epey bir yolum var 😥😂

Yepyeni insanlarla tanıştık. Vakitsizlikten mi, mekansizliktan mi bilemiyorum ama öncesindeki kısıtlı, kısır çevremizin daha fazla ayırdına varıyorum. Bambaşka hayatları kanlı canlı görmek, onlara dokunmak, muhabbeti koyultmak bana da farklı ufuklar açıyor, zenginleştiriyor. 

En çok çocukların her şeyinden haberdar olmak, yaşamlarının içinde tam anlamıyla ebeveyn olarak bulunabilmek, onları dinlerken zamanı umursamamak, ihtiyaçları olduğunda koşulsuz yanlarında bulunabilmek, sakin ve tamamen onlarla olabilmek şahane. Bir tek bu bile yeter aslında insanın canının sıkılmamasina…

Güzellikler bunlar elbet. Fenalıklar ya da olumsuzluklar da var. Güllük gülistanlik da değil o kadar, aman ha! Onlar da başka sefere dile gelsin artık 😊

Gece Kokusu

4 aydan daha uzun bir süre her hafta kilometrelerce yol gittim ve geldim. Genelde cuma akşamları aileme, kuzularima kavuşma günümdü. Akşamı havalimanında geçirir, gecenin bir köründe canım Ayvalık’a inerdim. Eve gelince önce gökyüzüne bakardım. Kışın soğuğuna havanın zeytin kokusu karışır, sislerin içinde nefis bir ay ve yıldız seramonisi bana eşlik ederdi. Eve, çocuklarıma kavuşma anım bir duygu kervanı olur, beni coştururdu. Ah ne günlerdi… Sebep olanlar utanır mı acaba😣

Ve şimdi aylar sonra ben huzurun koynundayken, o koku ve o his gelip ruhuma dokunuyorsa eğer, umut ve adalet hâlâ yaşıyor dünyamızda… 

TEOG

Her çocuk farklı. Kimisi 3 yaşında zehir zemberektir bildiğin, kimisi 17 yaşında açılır. Dünya eğitim anlayışı bunu görüp, eğitim sistemini buna adapte etme peşinde. Bizim ülkemizde ise hâlâ nasıl gömsek yeni nesli diye ince hesaplar yapılıyor. Ne acı…

TEOG ile fırsat eşitliği yaratıldığı söylemleri pek modaydı bir aralar hatırlar mısınız? Eskiden paran varsa kolejde okuturdun çocuğunu. Özel okul para demekti. Pek çoğu da oldukça iyiydi. Sonra TEOG çıktı piyasaya. Parası ile değil sadece, puanı ile de yarışır oldu çocuklar. Kimisi dedi ki, bak fırsat eşitliği işte. Zeki ama yeterli parası olmayan çocuklar da bu okullardan faydalanabilecek nihayet.

Şu anki durumda paran varsa ama yeterince iyi puan almadıysan, o okulları unut…

Puanın yeterli ama paran yoksa yine unut o okulları…

Hem paran, hem puanın çoksa da ne işin var o okullarda be çocuk?…

Valla ben anlamadım nerede bu eşitlik arkadaş…

Hem puanım, hem param yok diye mi bu kafa karışıklığı acaba 😂😂😂