Zeytin Ağacı

Zeytin ağacı özgürdür. Dağları, tepeleri, en çok yamaçları sever. İlla denizi görecek, iyotu koklayacak; en çok da Ege’yi.

Bin yıla vurur yaşamı. Dikenden, bakandan bağımsız, kuşaklara yayılır ömrü.

Dalını kesersin, sürgün verir gövdesinden; gövdesini kesersin, yaşam fışkırır kökünden. Sarılır dört elle toprağa, tutunur ne olursa olsun yaşama.

Dal verir, meyve verir. Doyurur, ısıtır, hem gövdeyi, hem ruhu. Kokusunu salar akşamüzeri, koklayan müptelası olur, öyle bir koku.

Yemişini tadan şifa bulur. Gövdesine sarılan yüreğini doyurur. Öyle ki, barışı bile tek dalıyla tüm dünyaya anlatır.

Zeytin ağacı can’dır; canan’dır, varlığı insana doğanın armağanıdır.

Kitap gibi, aşk gibi, nefes gibi…

Dalından savaş olmaz, barıştır özü zeytin ağacının. Bir dokunan diline pelesenk eder ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ diyerek dileğini.

Bak, dalları da bahara durdu zaten, çiçeklenir yakında…

Kasabada Ne Yapılır ki?!

Bir süredir kasabada yaşayan bir ebeveyn olarak büyükşehir ebeveynlerine bazı gerçekleri açıklamam gerek sanırım. 😉😝

Kasabaya taşınamamanın bahanelerinden biri de çocukları büyükşehrin imkanlarından alıkoymamak olarak düşünülüyor. Zamanında biz de bunu bir eksi olarak haneye yazmıştık doğrusu. Şimdi deneyime dayalı bilgi verebilirim bu konuda artık.

İstanbul’da her haftasonu bir müze gezisi, bir atölye çalışması, çocukların devam ettiği bir spor aktivitesi gibi uğraşlarımız vardı. Bir haftasonunu da dostlarla ev buluşmalarına ayırıyorduk. Ve tahmin edeceğiniz gibi pestile dönüyorduk. Buna rağmen mutluyduk aslında, çünkü verimli geçiyordu zaman. Yine de yapmak istediğimiz pek çok şey için vakit yaratmak ciddi sıkıntıydı. Çünkü trafik denen canavar zamanımızı çalıyordu. Günde iki aktivite maksimum yapabildiğimizdi ve yetmiyordu. İmkânlar da bakmayın çok göründüğüne, epey kısıtlıydı. Parasından bahsetmek istemiyorum bile.

Kasaba hayatı ilk başta ne yapacağımızı bilemediğimiz bir şekilde boş geldi. Çünkü henüz keşfetmemiştik. Sonra okul çevresi, sosyal medya derken yavaş yavaş adapte olduk.

Bir kere küçük yerlerdeki devlet okulları epey faal. Halk Eğitim destekli kursları var. Bunlar folklör, satranç, resim gibi çok çeşitli. Öğretmenler ders sonrası etüt uygulaması ile çocuklara unutulan oyunların yanısıra mangala, dokuz taş gibi kutu oyunları ve kendi yetkinlikleri doğrultusunda eğlenceli matematik gibi ek dersler veriyorlar. Ayrıca veliler için de ders sonrası dikiş, folklör gibi atölyeler var. Ve bunların tümü ücretsiz.

Halkın Eğitim ise oldukça faal. Genelde aklımıza sadece dikiş ve nakış gelse de, Yunanca’dan aşçılığa, tiyatrodan sabun yapımına, tarımdan bilgisayara, seramikten resme kadar çok geniş bir yelpazede başarılı ve verimli çalışmaları var. Biz de eşimle bunlardan yararlanıyoruz elbette. Ama bununla sınırlı değil, çocuklar için drama, enstrüman, tiyatro gibi kurslar da var ve oldukça faaller. Mesela geçen yıl, tiyatro yapan çocuklar civardaki köy okullarında oyunlarını sergilemişler. 😊 Üstelik bunların da tümü ücretsiz.

Bir de spor var elbette. Gençlik ve Spor Müdürlüğüne bağlı kapalı spor salonunda voleybol, basketbol, jimnastik, pilates, yoga, modern dans, tekvando gibi pek çok çalışma var. Oldukça makul ücretlerle, epey başarılı sonuçlar alan takımlar oluşturmuş kurslar bunlar. Haftasonları maçlar da süper eğlenceli bu arada.

Ege’de yaşamanın bir diğer güzel tarafı da etrafta antik kalıntıların çok bol olması. Haftasonları birkaç saat araba yolculuğu ile tarihe yolculuk yapmak olası. Müzekart pek çoğunda geçerli elbette. Bahar aylarını değerlendirmenin güzel bir yolu. Elbette civardaki kamp alanlarını söylemiyorum bile. Bizim için bulunmaz nimet.

Bir de sergiler var. Benim en sevdiklerimden. Resim, fotoğraf, seramik…

Ve konserler elbette. Çeşitli grupların, mesela öğretmenlerin oluşturduğu korolar, Sabahattin Ali’nin sevgili kızı Filiz Ali’nin emeği ile kurulan AIMA ve Zeytin Çekirdekleri zaman zaman konserlerle bizi ihya ediyorlar. Çoğu ücretsiz elbette.

Bir de kütüphanemiz var 😊📚👍 Bizim için ayrıca özel. Çünkü orada kitap kulübü toplantılarımızı yapıyoruz. Giderek daha da güzel, daha da verimli ve daha da eğlenceli hâle geliyor. Kasabamızda kapsamlı bir kitapçı olmasa da, son derece zengin bir kütüphanemiz olması çok güzel.

Ormanın içinde veya deniz kenarında yapılan bir yürüyüşü, minicik kendine has bir kafede, mesela Şeytanın Kahvesi’nde içilen bir kahveyi veya bisikletle uzun uzun dolaşmayı anlatmaya gerek yok sanırım.

Biliyor musunuz, bunları hiç yorulmadan, genelde koşturmaya gerek kalmadan ve büyük bir zevkle yapabiliyoruz.

En önemlisi de bir şey yapmak istediğimizde buna imkân ve zaman bulabiliyoruz. Bu bazen okulun duvarlarını rengarenk boyamak, bazen kitap kulübü oluşturmak, bazen kadınlarla toplanıp sinema geceleri düzenlemek olabiliyor.

Göç zor karar. Pek çok etmene bağlı. Ama en azından ‘kasabada ne yapacağız ki’ sorusuna bir cevap olur sanırım bu yazdığım deneyimler.

O noktadaki herkese bol şans 😉

Yalnızlık

Günün birinde yapayalnız kalabileceğiniz aklınıza geliyor mu? Bazen yakın ve uzak çevremde bakıyorum ve düşünüyorum bunu. Bi zamanlar çocukları, eşleri, büyükler, sosyal çevreleri, işleri, komşuları ile çepeçevre olan, zamanla olağan şekilde yapayalnız kalan insanlar var. Yeni bir çevre oluşturmak veya tatilleri beklemek durumunda kalanlar. Kimine göre acıklı, kimine göre ise hayatın akışının doğal sonucu olduğundan bambaşka fırsat ve güzellikler barındıran bir durum.

Çocuklarla haşır neşir olurken ve günlük hayat keyifli bir curcuna içinde akarken bunu düşünmek insanın biraz canını acıtıyor aslında. Kendi rotalarını bulup gidecekleri zaman çok da uzak değil. Tüm çaba da yollarının mutluluk ve huzur dolu olabilmesi için zaten. Sonrası için planlar yapıyoruz ve genelde bu planlar şu yaşımızdaki enerjiye göre. Oysa hayat durmuyor, bedenler yaşlanırken, yaşam aynı coşkusu ile akmaya devam ediyor. Ama durun bir dakika, enseyi karartmadan bir kez daha bakalım şu duruma.

Bedene ve ama özellikle de ruha iyi bakmak, gülmeyi ve umut dolu olmayı, hayal kurmayı önemsemek sanırım bunun ilacı. Güzelliklerin farkında olmak ve gerçekçi bir iyimserlik beslemek hayata dair.

Çocuklarınızdan, işinizden, günlük hayatınızdan, sağlık sorunları ve karmaşadan, trafik ve stresten bunaldığınızda aklınıza günün birinde tüm bunların birer anı olacağı, bu günlerin özlemini duyabileceğiniz gelse daha rahat geçer mi içinizdeki kaybolmuşluk hissi? Denemeye değer.

Gün kolayca geçiyor, sen göğe ve çocuğun gözünün içine bakmayı unutma dostum. Gün gelir başka bir coğrafyayı keşfeder veya güneşin doğuşunu dizinde battaniye ile seyrederken anımsarsın bu ânı, yüzünde bir gülümseme ile. Biriktir ânlarını. 😊😇