Huzurlu. Dingin. Maceracı. Alçakgönüllü. Açık yürekli. Beklentisiz, muhtaç olduğunun farkında. Engin. Cıvıl cıvıl, rengarenk. Olduğu gibi, minik sürprizleriyle. Kadîm…
Alabildiğine uzanır bozkır insanın gözlerinin önünde. Sonsuza bakmana olanak sağlar. Hayal kurarken kendine sınır koyma diye.
Alçakgönüllü yanı bilir yağmura ihtiyaç duyduğunu. O yüzdendir saklamaz, saklanmaz. Serer tüm varını yoğunu ortaya. Gizlisi saklısı yoktur çünkü. Muhtaçlığına boyun eğmez, onu da sarar sarmalar bir yanı.
Minik heyecanlar aratır insana, görenler bulur yalnızca. Ketumluğu bir minik mavi kır çiçeği kadardır. Yine de sırlarını ele vermeyecek denli boldur rengi, insan kendini bilmezse kaybolsun içinde diye.
Kendini saklayan ulu ağaçlı orman ya da lacivert deniz gibi değildir. Baktın mı önüne seriliverir. Misafir eder en orta yerinde insanı, neyi var neyi yok döker önüne.
Çaba ister, emek ister, yürek ister kendine katmak için sadece. Çapayı vurmaz, zamanını kollamazsan yâr olmaz üstünde bitenler. Öyle orman yemişi, deniz balığı arama. Önce dişinle tırnağınla çabala ki, paylaşsın hasadını. Yoksa sen kurak, o kıraç…
Bağırdın mı taa karşı yakada sesin. Dımdızlak ortada bedenin. Düşünceni koyacak bir yüreğin, bir de çiçekleri toplayacak iki elin. Bozkırda kaçamazsın kendinden. Ellerindeki çiçekleri kokla ki, bozkırın ruhu dolsun içine yüreğinin. Bir ol doğa ile ki, olsun senin de o kadîm ve büyülü ân’da bir yerin…