Yazasım gelmiyor. İçimden yazıyorum hikayelerimi. Dile gelmiyor. Ama yazmalı, yoksa içimde çoğalacaklar, azaltmalı…
Sosyal medyayı seviyorum. Epey de kullanıyorum. Hep güzellikler, ana akım medyada bulamadığım haberler ve okumaya doyamadığım bloglar, makaleler. Üstelik dikiş için modeller, yemek için tarifler de cabası. Evrene baktığım ikinci pencerem. İlki doğa ve çocukların gözleri elbette 😉
Benim evrenimden de bir kapı elbette dış dünyaya. Hem @annegozuyle ‘de, hem de @ayvalik_kutuphanesi hesabında bolca fotoğraf ve düşünce paylaşıyorum. Kitaplar tanıtıyorum, etkinlikleri duyuruyorum, insanları güzelin farkına varmaya davet ediyorum. Fakat eskisi gibi ülkenin günlük olaylarına, geleceğe dair kaygılarıma yer vermiyorum. Çünkü çare olmadığını farkettim, ne içimdeki yangına, ne de olayların akışına.
Oysa sabah portakal çiçeğinin kokusunu fotoğrafa aktarmaya çalıştıktan hemen sonra, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin gözaltına alınma videosunu izleyip ağladım. Evet yaşlarla, hönkürerek ağladım. Belki de Bosna’da bundan sadece 25 yıl önce olanları anlatan Carsten Nagel’in Zehra isimli romanı idi sebep. Öyle ya gözümün önüne geliveren tüm bu vahşet görüntüleri yoksa nasıl açıklanabilir?!
Minik dokunuşlar gerekli kişisel yaşama, sevgiye ve umuda dair. Sonra da beklemeli çoğalmasını onların tüm insanlıkta…