Roman gibi

10’lu yaşlarımın sonu veya yirmilerin başıydı. TRT2 cuma geceleri Attila Dorsay’ın nefis sunumu ile başlayan Edebiyattan Sinemaya kuşağını verirdi. Klasik romanların sinema uyarlamaları, iki farklı ülke versiyonu ile yayınlanırdı. Ertesi gün okul olmamasının verdiği coşku ve kitabı okumanın heyecanı ile geçerdik karşısına televizyonun. Çayımızı demler, battaniyelerimizi soğuk Eskişehir kışına bürür, keyfi demlenmeye bırakırdık.

Anne Karenina o gecelerden birinde eşlik etmişti gençliğimize. Kitabı okumuş ve müthiş etkilenmiştim. İki film ardı ardına, biri Amerikan, diğeri Rus izlemeye koyulmuştuk. Aynı roman, aynı olay, aynı karakterler nasıl da böylesine başkalabilmişti, hayret!

O günler edebiyatı bitirebilir, sanatı tüketebilir, hayatı fethedebilir sandığımız, kanımızın deli, gönlümüzün fütürsuz, zamanın sınırsız olduğunu düşündüğümüz yıllardı. Ah ne yıllar…

Zaman geçti… Ben üstüne bir o kadar yıl daha yaşadım. Ve artık edebiyatın sınırsız, sanatın keyifli, gönlün yerini bulduğunda huzurlu, zamanın sınırlı ve hayatın ancak içinde nefes alındığında anlamlı olduğunu anladığım yaşları sürüyorum. Ve çocuklarım o zamanlarımın güzel, delikanlı anlarına göz kırparak bana eşlik ediyorlar.

Anne Karenina, Dostoyevski… Romanlar, klasikler, kitaplar, hayat, zaman, insan, ruh, aşk…

Ah…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s