Okyanuslarca yazsak, yıldızlara söz dizsek yine de yakamozun ışığı veya bir yıldızın kayması gibi benzersiz şeyler olacak yazdıklarımız. Sınırlı olduğunu varsaydığımız sözcükler, okuyana o yakamozdaki duyguyu, kayan yıldızın izlediği ışık yolunun verdiği hissi yaşatabilecek. Oysa anlaşılma çabası bizdeki duygu ve düşün haritasını açıklayabilmek, bir diğerine bunu gösterebilmekten ibaret. Üstelik bu çaba sadece ‘tek bir insan bile anlasa bizi yeter’ yanılgısının, o insanın sizi anladığını varsaydığınız nokta itibariyle gerçekliğini kaybettiği bir gerçek. Yakan, kavuran, hırsla yeniden çabalamaya yol açan bir alev bu. Yazmanın sonunun gelmemesi, okumanın bu denli hararete sürüklemesinin müsebbibi. İçtikçe susatan, okudukça okutan sözcükler dizilimi; kitaplar…
Hiçbir insan yok ki, tam olarak aynı zamanda, aynı şekilde, aynı koşulda sizin gibi varolsun. Aynı karından doğmuş, aynı memeden süt emmiş kardeşler bile beş benzemez olur. Çünkü üstlerine düşen ışığın detayına hâkim bir farklılık vardır ruha ve yüreğe sinen. İşte o minicik fark insanı biricik yapan. İşte bu koca detay bizi kendimizi anlatma ve diğerini anlama çabasına iten. Farklılıkların zenginlik olduğunu biliyoruz değil mi?
Günün sonunda birbirine eklemlenmiş duygular ruhtan süzülüp satırlara dönüştüğünde sizi anlamasını umduklarınızın o yakamozun ışığında ve yıldızın izlediği yolda aynı hazzı paylaştığını bilmek ayakta tutar insanı.
Yaşadığınız anlarınız kadar, yaşattıklarınız da bol olsun. Sonsuzluk en güzel seçenek çünkü 💜