Arakçılar

Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye alan, Japon yönetmen Hirokazu Kore-eda’nın kısacık bir zamanda yazıp çektiği bir film Arakçılar. Deneyimli yönetmen televizyon dizileri ve filmlerle kamerasını yönelttiği, hikâyesini anlattığı benzer temayı, şiirsel bir dille ve harika kamera ve alan kullanımı ile yeniden işliyor. Aile, mutluluk, toplumsal kabuller, kadın-erkek ilişkileri, çocuk ve ebeveyn olmak gibi yaşadığımız zamanlarda sınırları ve tanımları bir kez daha değişerek yeniden şekillenen kavramlara çeviriyor kamerasını.

Filmin konusu gayet basit aslında, ufak hırsızlıklar yaparak, sigortasız, az gelir getiren ve buna rağmen zor bulunanlar işlerle geçinen bir aileyi anlatıyor. Bunu sistem eleştirisini odağa alarak yapmaması izleyiciyi daha çok düşünmeye itiyor.

Filmin odağı, ailedeki her bir bireyin kendi içindeki büyüme ve hayata tutunma çabası ve buna eşlik eden ilişkileri. Aileyi bir arada tutan, sevhi dolu olduğu kadar hayatın sertleştirdiği bir nine, yaşamın her zorluğunu olumlu hislerle kucaklayan ve bu anlamda filmin en çocuk karakteri olan baba, sevgi ekseninde özellikle çocukları ve ailenin geri kalanını sarmalayan, bunun için fedakarlık yapmaktan kaçınmayan anne, kendi kimliğini bulma yaşlarında kaybolmuş, kendi değersizliğini yenmeye çabalayan bir teyze, tüm konunun ana odağı olan çocuk saflığı ve koşulsuz aile kabulünü simgeleyen bir küçük kız ve bence ana karakter, kendi olmasına izin verilerek hasbelkader büyüyen ve gelecek kararı adına müthiş bir cesaretle hareket eden oğul.

Aileyi bir arada tutan bağların teker teker sorgulamasını bu karakterlerin yaşamları ekseninde yapıyor film. İlk yarıda mega yapıların arasında sıkışmış bir köhne ev içinde şakalaşan, mutlu ve sürekli yemek yiyen bir aile var. İlginç şekilde oğul ve teyze karakterlerinin sorgulama içinde olduklarını, mutsuzluklarını seziyoruz. Küçük kız iyiyi çabucak kabullenme içinde. Yetişkin anne baba ve olgun nine karakterleri ise daha net bir kabulleniş ve bunu takip eden eldeki koşullarla en mutlu olma çabasında sanki. Buradan hareketle insanın yaşam döngüsünü sorgulama imkanı veriyor film. Filmin sonundaki düğümü çözen de henüz yolun başındaki oğlun daha farklı bir hayat isteği konusundaki cesaretli kararı oluyor zaten.

Filmde eğitimin önemi babanın çocuklara neden hırsızlık öğrettiği sorusuna ‘ başka öğretecek bir şey bilmiyordum’ cevabı ile keskinleşiyor. Oysa çocuklara öğrettiği en önemli değer kendileri olabilme aşamasındaki koşulsuz kabul ve sevgi. Bunu da kardanadam yaptıkları, sahilde eğlendikleri ve göremedikleri havaî fişeklerin sesini izledikleri sahnelerle şahane şekilde anlatıyor.

Filmin yoksulluğu romantikleştirmesi riski, sonunda sistemin zaferi, küçük kızın hikayenin başladığı koşullara dönmüş olması ile bertaraf ediliyor.

İzleyicini zihninde ‘Aileyi aile yapan nedir? Sistemin öngördüğü koşullar değiştirilebilir mi? Çocuk için eğitim nasıl olmalı? Ebeveyn olmak ne gerektirir?’ gibi sorular yankılanıyor filmin sonunda.

Böyle biline

Yapılacak çok şey vardı. En üstte hep keyifliler. Sıranın altına doğru gerekliler. Oysa hayat listeyi tamamlamayı şart koşmazdı, üsttekilerle yetinmek lazımdı. Ama altta kalanın canı çıkmıyor ve onlar olmadan üsttekilerin keyfine varılmıyordu.

En mantıksız ama en coşkulu kararla bir alttan bir üstten başladım yaşamaya. Beyaz yakalının esas iş tanımı olan mail eritmek, bende kişisel listemi tüketmeye döndü zamanla. Zorunluluklarla barışmak da bir çözümdü oysa, elim ermedi o kadarına.

Yine de yemeği yaparken türkü mırıldandım. Tatile çıkarken en zorlu yolu kayda aldım. Kitapların içinde bilgi kadar zevki de kattım okuma listeme. Oyunlarla temizledim evi. Kurguladığım atölyelerin arasına kattım dansı ve resmi. Ödevden sonra oyun, oyun arasında üç soru oldu bazen gelince yeri.

Sonra farkettim ki durmanın da kendi listesi, o listenin de içinde farklı bir kalitesi var. Dururken düşünmek, düşündüklerini yapmaktan daha zor bazen hatta. Bak sana örnek, o çanta dikilecek diyelim, hayalinde de hazır patron ve şekil. Kumaş eline gelmezse bir türlü dikilemez, zaman yaratmazsan olabilemez ya; bunu bilince hazır olan o patron bir türlü sinmez içine de, dikemezsin çantayı bile bile. Bahanen hazırdır, ama bilirsin o sadece zihninde kendini uyuşturan bir mazarettir aynı zamanda. Uyma anam babam, uyma kendine.

Demesi yapmaktan kolay derler ya, o da bir başka yalan kimine. Yazmayı seven bünyeye, dökülür sözler birdenbire. Diğerine ise okuyuvermek ve unutmak çaredir; bu da böyle biline.