Bir süredir yazmıyorum sanıyorsunuz değil mi? Oysa taslak yazılarda bir dolu şey birikti. Nedense paylaşmak gelmemiş içimden. Oysa hayat paylaşınca güzel. Olsun… Bazen insan içine kapanır, içini sever, ona dost olur. Böylesi zamanlar da güzeldir, sevip, sarıp, sarmalamak gerek. Ben de öyle yaptım sanırım.
Ve geri döndüm. Yazmak gibisi var mı arkadaş! İçini dökmek gibisi… Bazen bir dosta, bazen söylenmelere, kimi zaman bir kahkaha çınlamasına, bir kadehe, bazen çocuğuna, bazen kocana, bazen yazıya, resme, şiire, şarkıya… Elden gelen ne ise tam da ona…
Sonbahar bitti gider. Kış kapıda. Ah öyle severim ki, tüm mevsimler gibi onu da bağrıma yaslayasım gelir. Bitişi, tamamlanmayı, bitirmeyi ve yeniyi kabulü gerektirir. Pek çoğuna göre ise yılın başı… Oysa eskisi gibi değil bana. Çocukluğumun kar yağan, buz kesen kışları da terk-î diyar eyledi memleketi. Kombiye teslim etti soğuğunu, ısınmanın keyfini, sıcağın da soğuğun da kıymetini. Şimdilerde kardanadam heyecanı, yerini fatura endişesine bıraktı. Öyle ya, kapitalist dönem ve her şey gibi kış da bükülmez çelik halatlarla bağlı paraya, piyasaya.
Hararetli bir yürek tıpırtısı ile beklediğim aylar, birbiri ardına hızla geçiyor. Aralık geldi bile yahu! Planlarıma yetişmek için daha hızlı olmalıyım. Bir tavşan telaşıyla yaşayan ben, yaşamın tekerleğine yetişemiyorum. Çocukken nasıl da ağdalı akardı zaman. Ne ara göz görmez bir devinime evrildi, akıl alır gibi değil. Ha gayret diyorum kendime. Sonra çocukların büyüme hızına bakıp, biraz daha evhamlanıyorum. Yine de gayret, ha gayret!
İyi davranmak gerek güne. Bir sonraki mevsime ne kaldı ki şurada? Eldeki gün geçince, yerine koymak için zamanı sarmalamak da yaramıyor işe…