Dün dal budak çalıştım biraz bahçede. Toprağa değdi ellerim, çok iyi geldi ruhuma. İnsandan uzak durmaya çabalarken, pek çok okuma ve düşünce egzersizi yapmaya da fırsat bu olanlar. Benim zamandan yana pek sıkıntım yok. Ama düşünceleri tetikleyen bu kadar kapsamlı ve derin olaylar, çok şükür ki, her zaman yaşanmıyor.
Fotoğraftaki karabaş ve biberiye dünden. Görüntüleri kadar kokuları da hayranlık verici. Tabiat ruhu bir şekilde iyileştirmenin yolunu buluyor sanki.

İkinci fotoğraf ise şimdiye kadar okumadığım bir yazarın, keyifle önereceğim kitabı. Değerli @kipatistan önerisi ile okudum. Roman okumayı sevdiğimden ve çevirinin güzelliğinden olsa gerek, okuması bu anlamda çok keyifliydi. Otobiyografik yanı ağır basan, o yanda bol bol Ermeni, göçmen, savaş, sanat, ilişkiler, kadın olma-erkek olma hâlleri, ekonomi, edebiyat gibi ağır olgu ve değerlere bam vuruşu yapan bir kitap. Alabildiğine eleştirel bir düşünce düzlemini, dümdüz bir anlatımla okumak garip. Garipliği sayesinde de insanı düşünmeye sevkediyor.
Soyut Dışavurumcu resim ekolüne dair içten bir bakış kabul edilebilir kitap. Fakat savaşa dair vurucu anlatıları bana daha çok etki etti.

Kitabın adı aynı zamanda Clarissa Picola Estés’in Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabında nefis bir çözümleme ile anlattığı Mavi Sakal masalı ile aynı. Kitaptaki göndermeler bu anlamda ayrı keyif veriyor.
Bir diğer güzellik de kitabın ithaf edildiği karakter olan Circe Berman’ın isminin, mitolojik karakter Kirke’ye yaptığı vurgu.
Katılmadığım, eleştiride kolaya kaçtığını düşündüğüm bazı yerleri olmasına rağmen, ilgiyi ve zamanı hakeden bir kitaptı benim için.