Endişelerimin paniğe evrilmemesine çabalıyorum. Çünkü gelecekten, hem de daha güzel bir gelecekten umudumu kesmemek için iki güzel sebebim var; çocuklarım. Yoksa al bir çanta, doğru doğaya. Ama bizim için çözüm değil bu.
İlk günler dünyadaki bize uzak coğrafyalardaki salgını bir film edasıyla izliyorduk. Daha önce Avrupa’nın ortasında, Latin Amerika’da, Ortadoğu’da, hatta yanıbaşımızda olan savaşları ekranlardan patlamış mısır eşliğinde izlediğimiz gibi. Hepsi ardında bize dokunmadığını varsaydığımız yıkımlarla, göçlerle, çaresizlikle ve asla geri gelmeyecek acılarla sona eren savaşlar… Bu sefer ölümler sınır tanımadan yayıldı. Çaresizlik tüm dünyayı sardığında kendini farkettirdi. Boşveremedik, görmezden gelemedik. Bu kez bizi de sarmaladı.
Ekranlardan inanılmaz bir hızla virüsün günlük dökümü akmaya başladı. Günden güne, şehir şehir, ülke ülke, sayılarla insanlar, aileler, hayatlar… Virüse teslim olanlar…
Henüz hangi evresindeyiz bilmiyorum. Belki sönmeye başladı harareti, umarım öyledir. Belki de henüz görmedik esas yıkımı. Yaşamak kalıyor geriye bir tek. Umut ederek ve korunarak.
Daha izole, daha dijital, daha bilinçli ve dayanışmaya daha çok bel bağlamak zorunda olduğumuz yeni bir çağın eşiğinde olduğumuzu daha net hissediyoruz. Çocuklara işe ilk başladığımdaki koşulları anlatırken farkettim ki, biz değişen çağın hızını durmadan hazmedemez haldeymişiz. Durmak ve tamamen duruvermek gerekli imiş.
Şimdi mecburen tüm dünya ile beraber dururken, düşünmeye daha çok tutunmak gerek sanki. Yavaş yavaş gelecek idrak bize tünelin ucunda pırıl pırıl bir ışık yakacak diye umuyorum.