Kendime Ne Gerek?

Okulsuz günler başladığından bu yana haftasonu yemek düzenini tüm günlere yaydık. Günü kahvaltı ve bir öğün yanında zaman zaman atıştırmalıklarla tamamlıyoruz. Vücudumuz ve elbette mutfakta geçirilen zamanlarımız rahatladı biraz. Yoksa günü tezgahın ve ocağın arasında mekik dokuyarak geçirmek işten değil.

Bu yüzden akşamüzeri yemek faslı kapanıyor evde. Kalan zaman bir sakinliğe ve evi saran huzurlu bir sessizliğe bırakıyor kendini. Bizler de ev ahalisi olarak kabuklarımıza çekilmek için fırsat bulmuş oluyoruz. Kendimizi kitaba, bahçeye, müziğe, egzersize, ekrandan dost muhabbetlerine, bazen dikişe, bazen de oyuna kaptırıyoruz. O hâller çok iyi geliyor bize. Hele de yanında bir ince belli tavşan kanı varsa, güneşin vedası öncesi ışınlarıyla hayatı yıkadığı o anların tadına doyum olmuyor. En sevilesi zamanlardan bunlar…

Covid-19 karantinası, bizim günlük yaşamımızda radikal değişiklikler yapmadı. Evdeki düzenimiz ve geçirdiğimiz süreler ufak ayarlamalarla aynen devam ediyor neredeyse. Okul bile evdeki belirli çalışma saatleri ve düzeni sayesinde varlığını koruyor sanki. En büyük farkı olamayan kütüphane ziyaretlerimiz, atölyeler, antremanlar ve kurslar oluşturdu. Evde bunların çeşitli formlarını oluşturduk ama sosyal ortamlarının yokluğu hissediliyor elbette. Mesela oğlum internetten satranç turnuvalarına katılıp, arkadaşları ile maç yapabiliyor. Kızım antrenörün gönderdiği egzersizleri düzenli olarak yapıyor. Yeni kitaplar aldık ve evdeki birikenleri okuma sırasına dizdik.

Hâl böyleyken, evde olmaktan mutlu ama gündemden dolayı huzursuzuz. Uyanıp uyuyamamaktan muzdarip gecelerimiz, evin içinde sürekli dolaşan gece insanları olmamıza ramak bırakmıştı. Neyse ki rayına oturdu biraz. Muhabbetlerimiz Korona günlerinden başkasına yâr olmamaya başladığında Açık Radyo dinlemeyi sınırladık, en azından çocuklar için. Günlük tutmaya başladık ki, anlayalım her birimiz neler oluyor içimizde diye. Hobilere, birbirimizle muhabbete ve evin içindeki dünyaya daha çok vakit ayırır, ekranı daha da imtinalı kullanır olduk. İşe yaramış görünüyor şimdilik bunlar.

Bu dönemde Instagram’daki türlü türlü canlı yayınlar epey keyif, bakış açısı ve bilgi kattı bize. İzolasyonumuzu da hafifletti elbette. Akşamları çocuklar uyumaya çekildiğinde, Netflix dizileri öncesinde iyi geldiler. Fakat zaman geceleri üstüste koyup, peynir misalî sündükçe bu bile fazla gelmeye başladı. Bilinmezi anlama çabasında, insan kendini dinlemeyi ihmal etmemeli. Çünkü gelecek her birimize kendi deneyimlerimiz ve koşullarımız nezdinde bir şeyler sunacak ne de olsa. O yüzden beyaz yaka bir şehir çalışanının derdi de, dermanı da bana yâr olmuyor mesela. Benim gibi bir kasabada yaşayan kişiler de her kadar tarım ve turizm kaygılarının paylaşıldığını düşünseler de, bir özel okul parası kadar yer tutmuyor bu mevzular kiminin gündeminde. Bu da gayet anlaşılabilir ve olması gereken aslında.

Benim için elzem olan konuların, genelin pek de umurunda olmaması yormuyor artık zihnimi. Bu günlerdeki düşüncelerim, yaşadıklarım, okuduklarım ve çocuklarla sohbetlerimizde farkına varmamı sağladıkları şeyler rahatlattı sanırım beni. Çünkü değişim, farkına varmak ve sonra kabullenmekle geliyor. Sonra nasıl olacağına kafa yormak ve değişimi yönlendirmek insanın çabasına bağlı.

Her anlamda sağsalim günler görmeyi diliyorum.

Telaş

Telaşlı biri olmak ne demek? Gelecekte olması muhtemel bir olaya karşı olumsuz hisler beslemek diyebilir miyiz belki? Geç kalmamak için gereksiz yere acele etmek mesela? Diyebiliriz sanırım. Mesela çocukların ilerideki hayatları hakkında hüküm verip, bir koşu eğitimlerini abartmak gibi. Böyle söyleyince garip geldi, değil mi? Biraz düşününce olabilir oysa!

Koronalı günler kimilerine böyle bir etki yaptı. Önlemler hakkında kapasitelerinin üstünde bir gayretle soktu insanları. Saldırırcasına yüklendiler kendilerine ve çoğunlukla çocuklara. Oysa olan biteni anlamlandırmak için bizden daha fazla zamana ve boşluğa ihtiyaçları var. Bunu kendime de hatırlatmam gerek. Sıkılmalarına imkân tanımaktan öte bir durum bu. Yetişkinler kadar olan bitene hâkim olmaları mümkün değil. Hoş, biz ne kadar hâkimiz tartışılır ya! Bence kilit mevzu, sohbet, ama alabildiğine bol. Şefkat, fakat sarılmalara doyamamacasına çok. Pijamalı geçen günlere eklenen hamur yoğurma seansları. Karalamalara varan resim ve yazı çabalamaları. Yaratıcı drama eğitmenlerine taş çıkarır oyun uydurmacaları. Gıdıklama seansları, boğuşma kıkırdamaları, yatak sohbetleri ve hepsinin üstüne onları rahatlatacak bir düzen.

Evi okula çevirmek yerine, bir oyun alanına çevirmek yani.

Telaşımız saklambaçta en çok ebe olmak ile en az ebelenmek arasında bir yerdeki gülüşmeler olsun dilerim bu garip günlerde.

Sokağa Çıkma Yasağı

Aslında amacım gerçekten çok önemli, farklı ve büyük olduğuna inandığım bu günleri kayıt altına almaktı. Bu yüzden bloğu güncellemeye devam ediyorum. Ancak bazen hızına yetişemediğim, bazen de içsel hesaplaşmalarımın izin vermediği bir süreçte ancak bu kadar oluyor. Neyse ki sürecin sanat ve edebiyat adına çok verimli olacağı aşikâr.

Süreci herkes koşulları ve varlığı neticesinde farklı yaşıyor. Kimi ekmek yapmak, film izlemek ve kilo almamak üzerine kurdu günlerini. Online alışverişine hız verdi, mekanları mutfakla salon arasında sınırladı. “Kapalı kaldık, kuaföre gidemedik, hele de çocuklar, aman eğitimlerinden geri kaldılar, evin işleri de hep yük ayol” kıvamında yaşıyorlar sanki. Dünyaya ve geleceğe dair öngörü adına düşünmeye hiç gerek duymamak rahat olmalı. Ama en azından bu kesim evde ve kendi hâlinde. Bunlar genelde yaraya merhem olmazdı, çünkü yaraları farklıydı, şimdi de değişen pek bir şey yok sanki.

İnsanları kategorize etmek pek doğru olmasa da, sosyolojik anlamsa toplumları anlamlandırmak için gerekli. Ben yetkin değilim sonuçta bunun için. Ama zaten bu blog da sadece benim kişisel görüşlerimi yansıtıyor. Bu yüzden kategorilere devam.

Diğer grup dünyada olan bitene duyarlı, genelde tuzu kuru cinsinden, eğitimli ama bırak başkasının, kendinin bile yarasına merhem olamayacak kadar topluma uzak. Aksiyon almakta kifayetsiz, ahkâm kesmekte şuursuz ama muazzam. Oldum bittim beni en deli eden gruptur bunlar. İçime sindiremiyorum sanırım imkanın kibre dönüşme durumunu.

Dün akşam plansız (belki de plan buydu, kimbilir), düzensiz bir şekilde açıklanan 2 günlük sokağa çıkma yasağı sonrası sokakları dolduran, alışveriş yapmaya çalışan bir sürü halinde insan görüntüsü kapladı sosyal medyayı. İçlerinde günlük yiyecek alma ihtiyacında olan bir kesim olsa da, ben izdiham yaratacak şekilde, hele de bu kadar yoğunlukla sokağa akın edeceklerini sanmıyorum. Bu adamın benzinlikte işi ne? Araba trafiği yaratmakta rolü ne? Toplumun bu kesimi sadece dün akşam değil, mecburen tüm bu süreçte, üstelik neredeyse korumasız şekilde sokakta. Bu sorun sadece bir akşamın meselesi değil ve bu konu özelinde tartışılması gereken şey de değil. Bu sorunun çözümü, dün akşamki davranışı mazur görmekte veya anlamakta mıdır? Devlet ne iş yapar? Bu insanların ekonomik sorunlarını bu süreçte çözmüş olmalıydı zaten. Bu insanlar kendilerini en azından ekonomik anlamda güvende hissetmeliydi. Olmadı ve kendi hallerine bırakılan insanlar sokağa çıktı diye üzülmek çare değil. Sağlıkla ilgili başka bir sorunu büyüterek, varolan ekonomik soruna katkıda bulundular sadece.

Bence bir kesim de, içinde bulunduğu ülkeye, yönetime ve geleceğe karşı öyle güvensiz ki, bu belirsizlik ve çaresizlik yüzünden sokağa attı kendini. 2 gün diye açıklanan yasak uzayabilir diye düşünenler vardı eminim. Bir de öyle büyük bir güvensizliğin karşısında insan çaresizliğini boşvermişliğe dökmekten başka çıkar yol bulamıyor. Kaosa çok yakınız bu anlamda bence.

Bir diğer kesim de, sosyal dayanışma adına kendini yardımlaşmaya verdi. En çok taktir ettiğim grup bu kendi adıma. Ellerini taşın altına koyanlar, geleceği inşa aşamasında özveri ile çalışanlar.

Başkaları da var elbette. Anlayan, irfan ve sorumluluk sahibi kişiler. Anlatanlar, seslerini duyurmaya çalışanlar. İyi ki varlar.

Bir süre daha evdeyiz. İçindeyken anlamadığımız ama zorluğunu uzaktan içimizde hissettiğimiz günler. Anlamlandırmaya çalışacak yaşıyoruz şimdilik.

Tolerans Seviyesi

Evde olmak hepimizi farklı şekillerde etkiledi. Kendinizi dinlemeye de, etrafı anlamaya da daha fazla önem verir olduk sanki. Bu arada elbette insanların, devletlerin ve kendimizin renkleri de olanca netliği ile önümüze serildi. Tolerans seviyemiz kadar dayanıklılığımız, endişelerimiz kadar dayanışma ruhumuz da ortaya çıktı.Kendi adıma endişe seviyemin daha az olacağını, dolayısıyla kriz dönemiyle daha dayanıklı bir şekilde başedeceğimi; dayanışma adına da daha faal olacağımı düşünürdüm. Hayat öyle olmadığımı gösterdi. İçime dönmek, kendime kapanmak ihtiyacı ile dopdoluyum. Evin sınırları öyle iyi geliyor ki, hep böyle yaşayabiliriz gibi hissetmeye başladım. Beni dışarıyla iletişimde tutacak olan her şey, platonik bir seviyede kalsın; edilgen bir etkileşimle gerçekleşsin istiyorum.Bu yüzden belki de bu aralar en sevdiğim etkinlikler Instagram canlı yayınları. Normalde dinlemek adına erişmekte zorlanacağımız uzman, sevdiğim isimler her gün anlatıyorlar. Değişen çağı, olanı, olacağı, iyiyi, kötüyü, öngörüleri, bilimi… Keyifle dinliyorum ben de. Öğreniyorum ve daha çok düşünüyorum. Bu durum beni değiştiriyor, geliştiriyor ama en önemlisi daha iyi hissetmemi sağlıyor.Eğitim konusunda büyük değişiklikler ve bence çok olumlu muazzam gelişmeler önümüzde. Bunu çocuklarımın evdeki eğitim süreçlerinden, eğitime katılım ve katkı seviyelerinden gözlemleyebiliyorum. Kendini eğitmesine, merakının ve kararının peşinden gitmesine izin verilen çocukların daha hızlı yol alacaklarını hissediyorum. Göreceğiz hep beraber umarım. Bence şu zamana kadar gelen eğitim adaletsizliği, daha keskin ve derin bir artışla esas sorun olacak eğitimde de. Bu adaletsizlik iklimden, ekonomiye, haklardan, sosyal yaşama, sağlıktan, eğitime, tarımdan, turizme kadar dert bize. Şapkayı öne koyma zamanlarında paye verilir hakettiği kadar umarım.Etrafımdaki insanların alçakgönüllülük ve kibir, iyimserlik ve kaygı üretme, tolerans ve fikir üretme seviyeleri beni şaşırtıyor. Ummadığım insanlardan, umulmadık davranışlarla karşılaşıyorum. Şaşırıyor muyum? Pek değil. Turnasol kağıdı misalî bu çağ sıçraması hakikaten. Oysa kuşak araştırmacısı Evrim Kuran’ın dediği gibi, “yaşam bir tavır işidir”. Ancak bu tavır kendi ördüğün duvarın içine hapsolmana sebep olacak katılıkta ise, tavrına körü körüne sarılmayı gurur yapmak, insanı sadece kibirli yapıyor. Oysa zaman değişime olabildiğince geniş bir tolerans ile yaklaşmak, tavrımız belirlerken koşulları anlamaya çalışmak, kendi sınırlarımızı yeniden çizmek zamanı. Bu anlamda duvara toslamamı sağlayanlara minnet duyuyorum aslında kendi adıma. Bu sayede daha net, daha emin, daha sağlam davranmam mümkün olacak.Sosyal dayanışma ise, kendi adıma yeniden tanımladığım bir alan. Dünyada, fikir olarak küçük yaşlarda benimsetilen ve geniş bir yelpazede desteklenen bir sosyal dayanışma ağı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle bizdeki komşu ve mahalle yardımlaşmasından, vakıf ve derneklere duyulamayan güvene kadar bambaşka bir noktadayız. Bu dönem bunun daha da net görüldüğü bir zaman. Devlet yardım edeceğine, yardım topluyor mesela. Maske yapmaya gönüllüler başladı, şimdi satışı yasak, devlet ve belediyeler eliyle üretiliyor mesela. Sapla samanın, çerle çöpün karıştığı zamanlar bunlar. Geriye kalan sağlam ve temiz bir toplumsal dayanışma olur dilerim.Dağınık zihinle, odaklanamayan beyinle, doldurulup boşaltılamayan dağarcıkla, atılamayan enerjiyle, birbirine girmiş düşünceler ve duygularla olduğumuz yerdeyiz yani.