Yerdeniz Büyücüsü

Ursula K. Le Guin ile gençliğimde tanışmıştım. İlk tanıştığım kitabı da elbette Yerdeniz Büyücüsü idi. Seriyi bir hevesle tamamlamış, uzun süre etkisinde kalmıştım. Sonra Yüzüklerin Efendisi serisini okurken de ilk tanıdığım gerçeküstü dünyaları hatırlayıp, ustaya zihnimde selam durmuştum. Çocuklarımı da yazarın tek çocuk kitabı olan Balık Çorbası ile tanıştırdım ve sıranın Yerdeniz Üçlemesi’ne gelmesini heyecanla bekliyorum. Yıllar sonra, pandeminin sürreal belirsizliği bir şekilde beni yine bu seriye itti sanırım. Yer yer unuttuğum ve özlediğim dünyaya geri döndüm.

İlk kitabın konusu büyümek. Şimdi bambaşka bir gözle ve sanki büyümeyi bir parça daha başarmış bir kadın olarak okuyorum elbette. Çok farklı yerlerini keşfedip, üstelik alt okumalarda daha derine dalabiliyorum. En azından hissettiğim böyle. Tadı bambaşka ve fakat hâlâ muhteşem.

Kitaptan çıkardığım ilk ders, eğer güvenli limanlarında takılır kalırsan, belki huzurlu, hatta keyifli bir hayat yaşayabilirsin. Fakat maceranın, gücün, gerçek büyümenin ve keşfin o limandan ayrılma cesareti ile yaşanacağı gerçeğini unutma. Risk yoksa, gerçek deneyim de yok.

İkincisi ise, korkularınla karşılaşma cesaretini ve çabasını göstermezsen, hayatını o korkunun pençesinde yaşamaya mecbursun.

Üçüncüsü ise, büyümek cesaret işidir. Keyfi de budur. Hayattan payına düşen lokmayı almak için çabalaman gerek. Ancak böylece olman gereken insan olur, büyüyebilir, potansiyelini gerçekleştirebilir ve senin olanı yaşayabilirsin.

Eee, ne duruyoruz o halde?

Bak, devam ediyor hayat…

Bak, hayat devam ediyor bir yandan. Sabah kahvaltı yaptık. Yumurta bitmiş evde. Sonra temizlik yaptık, yemek yaptık ablamla ve çocuklarla. Sıcaktan şikayet ettik, rüzgarı bağrımıza bastık.

Akşama doğru annemlerin evi derledik, topladık kardeşlerimle. Eskiyi yâd ettim gönlümde. Annemin halasından kalan düdüklüyü, bekarlığından kalan tepsiyi ellerimle yokladım. Öte dünyada huzura erdiğine inandığım teyzemin evini toplamıştım en son. Aklıma anılar, ruhuma duygular doldu. Şükrettim bugüne.

Çocuklar dayılarının gençliğine dair oyuncakları pay ettiler. Emanete aldılar, zamanı gelince kuzenlerine devretmek için. Kardeşimin eşi, kan değil, gönül bağlı kardeşim, gelinimizle el verdik yastığa, yorgana, geçmişe ve geleceğe. Hayat devam ediyor, bak! Üstelik pek de güzel, pek de içli, pek de neşeli.

Eve geldik. Yalnızlığa alıştırmaya çabaladığımız, ailenin 5. ferdi, tüylü kızımız, zaiyatsız atlatmış yalnızlığı. Gururla sevdim sarkık kulaklarını. Hayvanın sevgisi bir başka, çocuğun sevgisi gibi, koşulsuz, sonsuz… Şükrettim evrene, doğaya, kadîm inanışa.

Aldım kendimi dolunaya verdim. Ruhum bir sakin, bir dolu. Diyor ki astroloji guruları, bu başka bir dolunay. Baktım, seyrettim, verdiği hisle sarhoş oldum, yine şükrettim. Uyuyan aileme, uyanık gökyüzüne, insanlığı bekleyen yeni düzene.

Düzen değişirken biz, devam eden hayata tutunan biz, hayal kurmaktan vazgeçmeyen ve umudu inadına yaşatan biz, ayakta, uyanık, gülümseyen yüzümüz, cıvıl cıvıl gönlümüz ve huşu içinde gönlümüzle, geceyi de, yaşamı da güzelleştiriyoruz. Çünkü sebep her ne denli acı, yaşanan her ne denli zor olsa da, yaşamak her nefese değercesine güzel, anlamlı ve en önemlisi bizim… Bir tek yaşamımız var, sıkı sarılmak, heyecanla tutunmak gerek…