Ursula K. Le Guin ile gençliğimde tanışmıştım. İlk tanıştığım kitabı da elbette Yerdeniz Büyücüsü idi. Seriyi bir hevesle tamamlamış, uzun süre etkisinde kalmıştım. Sonra Yüzüklerin Efendisi serisini okurken de ilk tanıdığım gerçeküstü dünyaları hatırlayıp, ustaya zihnimde selam durmuştum. Çocuklarımı da yazarın tek çocuk kitabı olan Balık Çorbası ile tanıştırdım ve sıranın Yerdeniz Üçlemesi’ne gelmesini heyecanla bekliyorum. Yıllar sonra, pandeminin sürreal belirsizliği bir şekilde beni yine bu seriye itti sanırım. Yer yer unuttuğum ve özlediğim dünyaya geri döndüm.
İlk kitabın konusu büyümek. Şimdi bambaşka bir gözle ve sanki büyümeyi bir parça daha başarmış bir kadın olarak okuyorum elbette. Çok farklı yerlerini keşfedip, üstelik alt okumalarda daha derine dalabiliyorum. En azından hissettiğim böyle. Tadı bambaşka ve fakat hâlâ muhteşem.
Kitaptan çıkardığım ilk ders, eğer güvenli limanlarında takılır kalırsan, belki huzurlu, hatta keyifli bir hayat yaşayabilirsin. Fakat maceranın, gücün, gerçek büyümenin ve keşfin o limandan ayrılma cesareti ile yaşanacağı gerçeğini unutma. Risk yoksa, gerçek deneyim de yok.
İkincisi ise, korkularınla karşılaşma cesaretini ve çabasını göstermezsen, hayatını o korkunun pençesinde yaşamaya mecbursun.
Üçüncüsü ise, büyümek cesaret işidir. Keyfi de budur. Hayattan payına düşen lokmayı almak için çabalaman gerek. Ancak böylece olman gereken insan olur, büyüyebilir, potansiyelini gerçekleştirebilir ve senin olanı yaşayabilirsin.
Eee, ne duruyoruz o halde?