Pandeminizi Nasıl Alırdınız?

Bu sabah kendimi klavyenin başında otururken buldum. Orda burda yazdıklarım beni tatmin etmemiş anlaşılan ki, şimdi ellerim kendiliğinden yazıyor sanki.

Hayatın garip evrelerinde salınan zamanlardayız. Sen, ben değil; aile, mahalle, semt, şehir, ülke hatta bölge değil; tüm dünya. Varlıklı, yoksul, eğitimli, zır cahil, akıllı, deli… Dünya bir salgına teslim olmuş gibi gösteriliyor. Yaşarken nedense farkına varamıyor insan. Belki sağlıkçılar… Babamı ve ananemi kaybetmeme rağmen, salgın hala bir şakadan ibaret çoğu zaman zihnimde. Sanki tüm insanlık yaşamın ara bir evresine geldik ve burada kapana kısıldık. Beklemek zorundayız. Bir yandan nefes almak, doymak ve hatta bildiğimiz eski usul yaşamak zorundayız. Oysa bekleme yeri çoğumuz için buna pek müsait değil anlaşılan.

Evlere kapanmak diye tabir ettiğimiz bir durum bu ara durak. İşleri evlere taşıdık. Okulları bilgisayarlara, yemekleri ve alış0verişi kargo paketlerine. İnsanları dört duvara kapattık ya da biz öyle sandık. Birileri hala sabah köründe o otobüse binip fabrikaya tezgahının başına koştu. Birileri sokak sokak, ev ev dolaşırken, kollarındaki kargo paketleri doldu taştı. O günkü yemek parasını denkleyecek iş bulamayan, dükkanı siftah yapmadan kilidi vuran, sözleşmesi yenilenmediğinden dört duvara mahkum kalan… Onlara geçmedi zaman, diğerleri zorluk diye can sıkıntısından gem vururken.

O durakta hepimiz kendimizce bir yaşam ritmi tutturduk. Zaten başka bir çaresi var mı bilmiyorum. Zira hayat herkese ayrı yüzünü gösteriyor ve aynı zamanı farklı duygulara teslim ediyoruz. Budur belki de yaşamaya dayanma gücümüzü sağlayan, kimbilir!

İnsan böyle zamanları hep yaşayamaz. Bu zamanlara şahitlik ediyoruz inanışı, sıkışmışlık hissimizi köreltmeye yarıyor. Yoksa işi zor insanlığın. Kendimizi kaf dağına eş bir değerde görme kibri ile geçiyor günler. Oysa ne yani, evden, pencereden, klavyeden nasıl bir şahitlik kimbilir!? Açılan yeni çağ bize bunu da öğretecek sanırım. Kafamıza vura vura, içimizi oya oya…

Bilgi birinden gelmiyor, ekrandan yağıyor zira.

Bilgi, en büyük güç hatta.

Hoşgeldiniz bilginin krallığına.

Bizim görevimiz, işlevimiz, dileğimiz nedir peki bu krallıkta? Üstümüze kusulan onca bilgi ile ne yapacağız? Kokar bir süre sonra eminim eğer bir işe yaramazsa. Boğar bizi çokluğuyla. Ne yapacağımızı bilemediğimiz aletlerle toparlamaya çalıştığımız bir dolap gibi, derme çatma olursa yıkılıverir anında. Esas görevimiz bu olsa gerek, durma, bekleme, izleme, şahitlik etme durağında. Hazır mıyız, farkında mıyız buna acaba?

Salgın Çin’den çıksa da, bir kaç ay içinde hemen tüm ülkelere yayıldı. Hepsi durumuna göre önlemler aldı. Günün sonunda hepsi de sınıfta kaldı. Kimi daha az, kimi daha çok. Biz devlet-i ali’nin sandiğimiz gibi şefkatli olmadığını, bizi onca dövmesine rağmen, zor zamanlarda yanımızda olacağına dair inancımızın boş bir inanıştan öteye gidemediğini ve kendi yaralarımızı sarmakta bir yere kadar başarılı olabileceğimizi topluca deneyimledik. Kimi farkına vardı, kimi öylece yaşadı. Farkına varanların çok olması ve zamanı geldiğinde heybelerindeki bu hissi gediğine koymalarını diliyorum. Zaman gösterecek ne denli akıl bali olduğumuzu elbette.

İnsan böyle zamanlarda coğrafyanın kader olduğuna hükmediyor. Öte yandan şimdi imrendiğimiz coğrafyalarda yaşayanların bu söylemin farkında dahi olmaması ne acı ve garip bir gerçek. İnsanın keşkeleri sıraya diziliyor bunları düşününce. Yaşadıklarımızı kendi şahitliğimizde kilide alıp, zamanı geldiğinde demli çay veya kan kırmızı şarap niyetine yudumlamak dileğiyle.

Pandeminin Çocuk Yüzü

Çocuklar da bazı şanslı insanlar gibi evdeler. Peki onlar da şanslı mı acaba?

🎭Pandeminin vurduğu pek çok kesim var. Ekonomik açıdan zor durumda kalan azımsanmayacak bir topluluk var. Ne zaman ve ne şekilde düze çıkılacak muamma. Devletin var olma sebeplerinden en önemlisi savaş, salgın, afet gibi durumlarda topluma destek olmak, düzeni her kesim için adaletli seviyede sağlamaktır. Gördüğüm kadarıyla dünyada bu konuda sınıfı geçen devlet sayısı üçü beşi geçmiyor. Zor zamanlar.

💒 Ailede şiddet, geçimsizlik gibi zorlayan, iç acıtan yaşamları olanların durumu ise daha da vahim. Ne yapıyorlar? Nasıl hakkından geliyorlar? El uzatan var mı? Rakamlar şiddetin hemen her türlüsünün arttığına işaret ediyor. Bu işaret fişeği gerekli yerlere ulaşıyor mu emin değilim.

🎓 Çocuklar da bu durumdan ciddi şekilde etkileniyor. @sutdoktorum ve @aysudakolemen özellikle okul öncesi ve ilkokul eğitimine dikkat çeken, okulların bu çocuklar için yüzyüze eğitime hızla geçirilmesi gerektiğini bilimsel bir şekilde açıklayan yayınlar yapıyorlar. Ekranın çocuklara olumsuz etkilerini tartıştığımız bir dönemden, çocukları saatlerce ekrana mahkum bıraktığımız bir döneme hızla geçtik. Bu durum bile bir lüks, sahip olanlar için bir avantaj üstelik. Akıl alır gibi değil. Değişimin hızlı çarklarında öğütülen, çocuklarımız kadar geleceğimiz de. Durumu düşünmek ve hızlı bir aksiyona dökmek gerek bilimsel göstergeleri.

🐣🍼 Bebekler için bile durumun vehametini düşününce insan okul öncesi dönem çocuklarına ayrı üzülüyor. Kendisi boyutlarında bir varlığa henüz gerçek anlamda maruz kalmamış 2 yaş bebelerini ileride nasıl bir sosyal hayat bekliyor acaba? ⛸️ İşte bu sebeple çocukları her gün izin verilen ve ekrandaki derslerden kalan vakitlerde sokağa çıkarıyoruz. Koşmalarını, paten sürmelerini, bisiklete binmelerini, ağaca tırmanmalarını, en olmadı yürümelerini teşvik etmeye çabalıyoruz. Buna imkanımız olduğu için de dünyanın en şanslılarından olduğunuzun farkında olarak, şükrediyoruz.

Zor zamanlar… Herkes elinden geleni yapıyor. Hangisi neye yetecek, onu da zaman söyleyecek.

Günün Şefkati

Bir yandan yağmura, bir yandan ışığa teslim gün. Güneş, yağmur damlalarının içinden süzülüyor sanki. Dünyayı incitmemek için çaba gösteriyor. Rüzgar bile temkimli, eserken ses bile çıkarmıyor. Deniz kabarmamış, kuşlar havada, zeytinlerin dalları hafifçe salınmada.

İnsanlık evde, sokakta, işte… Derin bir adaletsizliğe teslim. Durmuş, hemen kapının ardında olabilecekleri ürkek ve meraklı bir yürek çarpıntısıyla beklemekte. Diğer yandan günlük hayat hiç olmadığı kadar durağan, yapışkan, insanı içine çeken bataklık gibi ağdalı. Kimine festival havasında bir sürpriz paket, kimine nefes aldırmayan bir kabus. Çünkü yaşamın adaletli olduğuna dair hiç kanıt bırakmadan ortadan kaybolmuştu insan canlısı bir zaman.

Neyse ki sanat var, edebiyat var, kuş cıvıltıları, çocuk mırıltıları, kadın kahkahaları var. Neyse ki hâlâ tok sesiyle bize kendimizi güvende hissettiren ozanlar var. Neyse ki hâlâ kardeşlik var, sevgi var. Olmasalar koca dünya bir minik insanlığa dar.

Pencereden bakıyorum. Ben günü ne denli şefkatle bağrıma basarsam, o da beni öyle karşılıyor. Zira insan en çok kendi yüreğini böyle zamanlarda sarıp sarmalıyor.