Aylardan ocak, mevsimlerden kıştı. Yeni bir eve taşınmıştık. Güzeldi. Dört bir yanında boşluk, pencerelerde alabildiğine gök vardı. Önümüz bahar, hayallerimiz çiçek, evin bir yanından görünen inşaat ıslaktı. Henüz tamamlanmamış, içinde yuva olmamış, ısınmamış, bir ucundan bir ucuna duvar örülmediğinden denize bakan pencereleri kapanmamıştı. Biz mutfağın leziz kokularına eşlik eden masasında, midelerimizi giderek çoğalan el emeği ürünlerimizle, gözlerimizi ise denizle doyuruyorduk. Masabaşı sohbetlerimize alabildiğine deniz, yeri geldiğinde poyraz, havanın keyfi yerindeyse sarhoş eden sıcaklığıyla lodos eşlik ediyordu. Biz hayalimizi elle tutmanın mutluluğu ile sarhoş, bina ise henüz vakti gelmemişliğin toyluğu ile yarım, yuvarlanıp hayata dahil oluyorduk.
Zaman geçti. Biz hayalimize tutunduk. Kendimize yuva belledik zamanımızın sıcaklığını. Evimizden yaşanmışlıkların sesi, dostların varlığı ve günün güzelliği hiç eksilmedi. Her gün güneşi doğurduk salona. Büyüdük ve çoğaldık. Gelenlere daimî bir de dört ayaklı, sevimli ve bize dair bir yavru köpek dahil oldu. Eksilen canlarımız, gecmişimiz, anılarımız can evimizde kendilerine en güzel yerleri buldu. Zaman geçti.
Zaman geçtiverdi. Yaktı yıktı, çoğaldı ama en çok kendimize kattıklarımızla azaldı. Bina tamamlandı. Birileri geldi, baktı, gitti. Bir daha geldi, bir daha baktı ve gitti. Gitmeyenler kaldı. Onlar yeni komşularımız olurken, binayı yuva bellediler, sıcak ve perdeli pencerelere çevirdiler bizim ıslak ve bitmemiş iskeletimizi. O perdeler bizim masabaşı sohbetlerimizin eşlikçisi denizimizi örterken, yeni gelen komşuların selamı ısıttı yemeklerin gündemini. Varlıkları yumuşattı yüreklerimizi.
İnsan ritüeline aşina olunca ve saçları kınaya alıştırınca gayet basit, özlenen ve yinelenmesini beklediğiniz bir olay hâlini alıyor kına yakmak . Bu konuda yazılarım kadar insanlara anlattığım onlarca seferi de sayarsak, yıllardır kına gönüllüsüyüm diyebiriz sanırım.
Annemden, ona da babanesinden ve ona da kimbilir ailenin kaçıncı neslinden kalma bir miras bu. Benden de kızıl saçlı kızıma sirayet eder diye umuyorum. Bakarsın sonra torunlarıma kına yakarım gün gelir.
Her defasında farklı bileşenlerle kına yakmaya çalışıyorum. Bu şekilde hem denemelerden keyif alıyorum, hem de sonuçların sürprizlerini beklemeyi seviyorum. Anlayacağınız hazırlık ve bekleme aşamalarındaki keyfi çoğaltmak mümkün.
Bu sefer annemle beraber kına yaktık. Bir süre önce haşladığım pancarların suyunu saklamıştım buzdolabında. Kıpkırmızı bir renk. Üstüne Kozak üzümlerinin can yakan kızılından hazırlanmış şarap. Tavşan kanı demlenmiş koyu bir çay. Baş ağrılarına iyi gelmesi için tuz, rengi daha iyi mayalaması için şeker, kolay uygulanması ve saçı beslemesi için has Ayvalık zeytinyağı ve saçı güçlendirmesi için yumurta sarısı. Yumurta akını katarsanız kuruma aşamasında saç derisinin çektirmesi sebebiyle baş ağrısına yol açarsınız. Hepsini biraz ılıtıp, kına ile bir güzel yoğuruyoruz ve saça yedirerek uyguluyoruz.
Sonrasında ne kadar bekleyeceğiniz sabrınıza ve zamanınıza bağlı. En az 24 saat beklemenizi öneririm. Ben öyle yaptım bu kez. Annemse 2 gün bekledi. Işıkta farklı yansımaları var. Gün geçtikçe renk daha iyi oturacak.Saçlarım kestane kızılı bir renk aldı. Beklediğimden koyu ve daha kahverengi. Ben kızılın daha ağır basacağını ummuştum. Bir dahaki sefere çay demi yerine kırmızı soğan kabuğunu tercih edeceğim sanırım. Beyazlarda elbette renk koyu kızıl oldu. Bende çok az beyaz olduğu için göze çarpmıyor. Annemin saçlarındaki etkisi daha göz alıcı. Saçın doğal renginin tonu ve daha önceki uygulamalardan kalan renk sonucu etkiliyor. Annemde çok daha koyu, neredeyse siyaha yakın bir kızıl elde ettik.
Koyu renk saçta daha iyi sonuç verdi karışım
Beyazların yoğun olduğu bölge
Kına doğallığı ile saça, ritüeli ile aile hikayesine katkı sağlayan bir mucize. Eğer bu şekilde değerlendirirseniz uygulama aşamasındaki zorluklar gözünüzü korkutmaz. Saçınızın alacağı renkle ilgili kaygılarınızı bir kaç hafta ara ile yineleyerek farklı tonlar elde etme şansınızın olduğunu bilerek azaltabilirsiniz belki.
Madem dünya değişiyor, madem bu yıl eski alışkanlıklarımıza veda zamanı, madem doğala ve doğaya dönüş adımlarının hızlanacağı bir çağa girdik… O halde baştan başlamakta yarar vardır belki de, kimbilir…
2020 çok değişikti. Pek çoğumuz için acı, tedirginlik, şaşkınlık gibi zorlayıcı hisleri dibine kadar deştiğimiz bir yıldı. Kendi adıma kayıpların acı girdabında ve belirsizliklerin tedirginliğinde epey zorlandım. Babamı, ananemi ve teyzemi kaybetmek beni çok hırpaladı. Çocukların eğitimlerinin aksaması ve fiziksel, sosyal sıkışmışlıkları ise çaresiz hissettirdi. Bunlara rağmen 2021’e heyecan, heves ve umutla başladım. Kendime koyduğum hedefler ve kafamda planlar var. Daha önemlisi enerjimi, gayretimi ve ilgimi yönlendirmeyi düşündüğüm, beni mutlu eden, umutlandıran şeyler var.
Kitaplar her dönem olduğu gibi şimdi de benim can simitlerim, yol göstericilerim, dostlarım. Okuduğum kitaplar hakkında yazmaksa, bu deneyimi derinleştirip zenginleştiren en güzel unsur.
2021’de bitirdiğim ilk kitap Doris Lessing’in Evlilikler isimli romanı. Roman, beş kitaptan oluşan Argos’taki Kanopus Arşivleri serisinin ikincisi. Diğer kitaplarını okumadığım için serinin bütününü değerlendiremiyorum. Kitap, Niran Elçi çevirisi ile Delidolu yayınevinin yayınladığı 344 sayfalık bir roman. Kitabı sevdim, hatta çok sevdim. Roman ve distopyasever biri olarak beni ziyadesiyle tatmin etti.
Doris Lessing yaşadığı hayatla da epey ilgi uyandıran, Nobel ödüllü bir yazar. Kadın hareketi, ırkçılık, komünist hareket, feminizm, nükleer enerji karşıtlığı gibi pek çok alanda aktivist hareket içinde yer almış. Üretken bu yazarın eserleri hakkında da şuradan harika bir derlemeye ulaşabilirsiniz.
Gelelim Evlilikler’e. Argos’taki Kanopus Arşivleri serisinde yaratılan dünyanın kadın ve erkek ilişkisi üzerinden tasviri denebilir bir anlamda. Ancak esas mevzu, bu ilişkinin cinsiyet temelli yaşayış biçimi, bakış açısı, hayatın anlamına dair sorgulamalar ve kabullenişler, milkiyet, özgürlük ve dayatma gibi sağlam temelleri barındırması. Kitapta anaerkil 3. kuşağın kraliçesi Al-Ith ile ataerkil 4. kuşağın kralı Ben Ata’nın, bir üst akıl tarafından zorla gerçekleştirilen evliliği anlatılıyor. Bu iki karakter, kadının ve erkeğin egemen olduğu aileleri ve toplumları da kendi bünyelerinde barındırıyor. Zarafetin ve bolluğun, özgürlüğün ve anlayışın temellendirdiği anaerkil yapı kraliçe Al-Ith ile, güç ve dayanıklılık, sabır ve fethetme güdüsü ise ataerkil, barbar kral Ben Ata ile cisimleşiyor. Bu iki karakter kendi dünyalarının özelliklerini, karşıt veya farklı bir düşünce ve yaşayış ile birleştirmeye zorlanıyorlar. Zamanla cinselliğin getirdiği çıplak bir güven ve iletişim sayesinde eridikleri pota, okuyucuya günümüz kutuplaşmış dünyasının uzlaştırılmasında da bir umut ışığı yakıyor.
Karakterlerin o güne değin içselleştirdikleri özelliklerinin farkına varmaları ve başka türlüsünün de mümkün, hatta daha iyi olabileceği gerçeğini kavramaları çok manidar. Barbarlık denen şeyin çaresizlik, ahlaksızlık denen şeyin özgürlük olabileceği, kadın ve erkek ilişkileri boyutunda işleniyor. Ancak bunu kral ve kraliçe ekseninde, üstelik bir üst akıl zorlaması ile topluma uyarladıklarında varılan sonuç ilginç. Öyle ki, alışkanlıklar ve inanışlar bir toplumun her anlamda refahını ve mutluluğunu, huzurunu etkiliyor. Diğer türlüsünün gösterildiği alternatifler ise yepyeni ve umut dolu bir yol açabiliyor. Fakat bu yola çıkmak beraberinde sorgulamaları, engelleri, bağnazlığı, vazgeçişin direncini de getiriyor.
Özellikle kitabın sonlarında olay örgüsüne beşinci kuşağın vahşi kraliçesi dahil edilerek, okuyucuya dönüşümün ve varoluşun sürekliliği ile ilgili zengin bir düşünce deneyimi vaadediliyor. Kitabı bitirdiğimde bu sonsuz döngünün gücü ve sürekliliği beni büyülemişti bile. Özellikle iletişimin bireyleri dönüştürmede ne denli etkili olabileceği, bunu her bireyin kendi deneyimleri ile farklı şekillerde hayata geçirdiği ince ince işlenmiş.
Toplumsal katmanların ve kutuplaşmanın giderek coştuğu günümüzde bu düşüncenin üzerinde durmak önemli bence. Kitap kişisel deneyimlerimize bunu katmada başarılı.
Sadece iyi kurgulanmış, bireye odaklanan bir distopik roman keyfi için bile okunması gerekir.