Her Hayatın Bir Hikâyesi Olmalı mı?

Hani derler ya her insanın, her hayatın bir hikâyesi var diye! Yok aslında! Anlatılmayan her hikâye çürüyen bedenle, hatırlanmayan her anektodla beraber ölmeye mahkûm. İnsanın da, hikâyenin de anlatılmaya ihtiyacı var. Acı mı? Öyley olsa da gerçek!

Hikâyesi olmayan hayatlar, ıspanağa benziyor. Yıkanmış, suyu süzülmüş ama tatlandırılmamış. Tuzu, yağı, baharatı eklenmemiş. Hatta kavrulmamış bile. Suyunu salmamış. Helvelenmemiş. Tadına varılmamış. Olmamış, olamamış…

Benim bir hikayem var. Bunu anlatmaya zamanım var. İmkânlar olanaklı. O zaman anlatılmalı. Dilimin kemiğini elime almam, zamana uyup klavyenin tuşlarına vurmam, demini almış bir tavşan kanı çayı buna hazır olan, tadına varabilecek, keyfini çıkarabilecek olana sunmam, üstelik bundan da büyük zevk alabilmem gerek. Hayatımın o noktasında, zaman ve içimde demlenen o kadın elverirken, yapmam gerek.

Yazmak, hikayeni evrene salmak demek.

Yazmak, anlatılmayı hakettiğine inandığın o şeyi bırakabilmek demek.

Yazmak, yazabiliyorken, bunu yapma hakkını, bu fırsatı kendine tanımak ve aynı anda yüzleştiğin şeytanlarınla barışabilmek demek.

Yazalım o halde…

Ben çocukken çiçeklerin kokularının renklerinden daha önemli olduğunu, anıların insanın beynine kokularla vurduğunu, üstelik bunun da insanın zihnine ansızın gelmek gibi bir deli huyunun olduğunu bilmezdim. Büyüdüm, öğrendim… Peki siz?

Yaşıyorsak…

Bu sabah, güneşin göründüğü mis gibi bahar kokulu, kuş cıvıltılı, aydınlık zamanları, yorgun, yoğun, gri ve kasvetli yağmur anları izledi. Ruh halim dinlediğim haberlerle savrulurken; oğlumun okula gitmekten duyduğu sevince, kızımın sorumluluğu ve gayreti su götürmez derse devam azmine su salıyordu. Günüm bu duygularla pişerken, helvelenen keyfim de olan biten kadar, yaşananlardan da şevk alıyordu. Çünkü yeni bir gün, yeni umutlarla başlamak zorundaydı. Madem ki doğmuştuk, en güzel şekliyle yaşayacaktık bu hayatı.

Kitaplarımı çayıma katık ettiğim, battaniyenin altına kıvrılıp, havadan düşen damlaları seyre daldığım bir sabah. Öyle ki, sevmediği bir işe gitmek zorunda kalan birinin kurduğu hayali yaşıyormuş hissi ile dopdolu içim. Yıllar önce kurduğum hayali yaşamanın mutluluğu bu.

Yaşıyorsak bir sebebi var.
Yaşıyorsak hâlâ umut var.
Yaşıyorsak layıkıyla yaşamanın sorumluluğu var.
Yaşıyorsak yaşamayı sevmek, çok sevmek için kendimize borcumuz var.
Yaşamak gibi bir işimiz var.