Günler birbiri ardına eklemiş uzaklaşıyor. Çocuklar büyüyorlar ve biz onlara eşlik etmek isterken, kendimizin ne denli yıprandığını, yaşamın yokuş aşağı kısmında ne manzaralar olduğunu tam olarak idrak etmekten aciz ilerliyoruz. Oysa yaşam her dönemin kendine has derinliğini yavaşça bünyemize zerk etmekten geri durmuyor. Muazzam bir çağ dönüşüne, akıl almaz kararların yol açtığı olaylara ve insanın uyum yeteneğinin sonsuzluğuna şahit oluyoruz.
Ülkemiz üzerindeki kara balçık toprağı silkelemekten aciz, karanlığın içinde ışığa hasret gibi görünüyor. Hangi ucuna elimizi atsak, lime lime hırpalanmış bir geçmiş dökülüyor avuçlarımıza. Biz toparlanmak adına umudu yaşatmaya çalışırken, sonu gelmez bayağılık ve cahillik kötülüğün koynuna sürüyor kendini, geleceği de yanına alarak. Vazgeçmek olmaz nidaları ile birbirimize, bir ufacık güzel çiçeğe, elimizin emeğine, dostların sohbetine sarılıyoruz. Ne derece işe yarıyor bilmiyorum ama sonuca etkisinin ancak okyanusta damla kadar olduğunu tahmin edebiliyorum.

Pandemi dünyayı vurdu, hemen herkes aynı gemide, insanların eşitliğini sağladı bu meret derken; ne kadar zavallıca yanıldığımızın şamarı patlıyor yüzümüze. Hayır, hiç eşit değiliz, aynı gemide hiç olmadık ve kıyıya varabilenleri bekleyen hava koşulları da birbirine benzemiyor. Hayır eşitliği sağlamadı bu meret! Adaletsizliği tüm çıplaklığı ile meydanlara sürükledi, gözlere şenlik bir ucube gibi kendimizi seyretmekten alamadığımız bu acı gösteriyi sundu bize. Kimimiz farkında, kimimiz rüyada, kimimiz de ne acıdır ki gösterinin tam ortasında.
Dünya dönüyor bir yandan. Başka bir yüzyıla evrilen ülkelerde pandemi sonrası partiler başladı. Dükkanı kapalıyken ekmeğini veren bir devleti olanlar, vergilerini yeniden vermeye gönüllü başladılar çalışmaya. Kimi ülkeler bir kaç yüzyıl geriden, sanki Ortaçağ veba salgını yaşar gibi kapadı kendini. Yenilenmek şöyle dursun, varlıklarına lanetler okunur halde kendi halkı tarafından. Eşi benzeri olmayan kimi ülkelerde yaşam yaşandığına inanamadan sürüyor. Nasıl inansın, elinden geleni ardına koymadığı halde, baksana çalgılar susmadı, naralar dinmedi, eller inmedi. Bir tek gülüşler soldu, onu da uzun zamandır yolcu etmişti halk zaten. Birbirine kızmanın bile kırgınlığa dönüştüğü garip zamanlar. Öfkemiz bir garip hüzne döndü. Neyse ki dört mevsimi de yaşıyor hala bazı ülkeler. Kimi bahar dallarını tomurcuğa teslim ediyor, kimi canını toprağa. Kimi denizin iyotuna bırakıyor yorgunluğunu, kimi okulu unutmuş gelin kızının çeyizine veya sanayiye yolladığı çırak oğlunun öğle yemeğine. Dedim ya, dört mevsim yaşanıyor diye, dördü de ayrı hikaye…
Sadece geçmişimiz mi lime lime Ayşen Hanım? Ben geleceğimizi de çok karanlık görüyorum. Maalesef çocuklarımıza medeni, eşitlikçi, adil bir Türkiye bırakamayacağız gibi görünüyor. Zembereğin zinciri kırıldı ve hızla boşalıyor. Tutmaya çalışıyoruz, ellerimiz parçalanıyor. Vahşi bir hayvanın dişleri arasındaki masum bir karaca misali, öldüresiye tüketiliyor (uz). Daha umut dolu bir yorum yapmak isterdim ama sanırım İstanbul’un son günlerdeki gri havası da ruh halimle işbirliği içinde…
En büyük duamız, sağlıkla kalmak.
Sevgiler.
BeğenLiked by 1 kişi
Umudu kaybedemeyiz. Başka şansımız yok. Bir yolu bulunacak mutlaka. İnanmak istiyorum buna tüm kalbimle.
BeğenBeğen