Demli çay

Virgin River diye bir dizi var Netflix’de. Amerika’nın minicik bir kasabasında geçiyor naif bin türlü olay. Doğası, evleri ve insanları güzellik abidesi. Nasıl da keyifli, iyimser, sevgi ve dayanışma dolu bir yer. Dertleri çözümlemek kolay, destek yanıbaşında, iki cümle muhabbet yetiyor sıkıntıyı dağıtmaya. Hadi bir balığa çıkalım, bara gidip karnımızı doyuralım, bir kadeh şarap içelim, koşuya çıkalım ve şahane evlerimizde misler gibi yaşayalım. İnsana iyi hissettiren bir yanı var ekrandaki yaşamın. Ölümü bile layıkıyla onurlandırıyor ve yaslarını yaşıyorlar.

Oysa garip bir şekilde beni geriyor dizi. Para sıkıntısı yaşamın keyfini çıkarmayı engellemiyor mesela. Evler hiç temizlemeden pırıl pırıl. Bir yere gitmek, biriyle buluşmak hiç sorun değil, çalışma saatleri her nasılsa hep uygun. Hesapta çok büyük bir dert, biriyle iki çift lafa bakıyor çözümlenmek için. Olmazları mı oldurmuşlar, normalde olan bu da, bizi mı kandırmışlar? Buyrun bizim coğrafyanın ikilemine, iletişimin bizi yönlendirdiği sanal aleme…

Yine ay tutulmaları, gidenlerin ayı Kasım günleri, havanın kararsız hâlleri, sıkışmışlık hisleri zamanı geldi. Hoşgeldi gerçi de, kasvetini bir yıl da almasa yanına ne olurdu sanki?!

Meksika’da ölüler günü kutlanıyor. Yası şenlik hâline getirmiş bir kadîm gelenek. Şahane! Geçen yıla kalbimin 3 goncasını sığdırdım. Onları bildiğimiz yaşamdan, anılar kısmına aldım. İçimde koca bir yangın çıktı. Küllenir diye umarken zamanla, minik korlar patlayarak içimi yakmaya devam ediyorlar. Acı hüzne, hüzün özleme evriliyor. Verdiği duygu hep sıkıntılı bir iç çekiş ve gözlerden taşan damlalar. Buruk bir ifade ve yoğun duygulara teslim olmuş boğuk bir ses. Haykırsam geçer mi semaya?

Sabah beni boğan yapışkan bir karamsarlık boğazımdan akarak içimi doldurdu. Nefes alabilmek için gözlerimi kullandım, yaşlarımı dışarıya açılan bir pencere gibi kullandım. Sonra gerçek penceremin karşısına oturup, lavanta yağımı damlattığım suyun altına bir mum yaktım. Çayımı demli koydum yüreğimi sıkan karanlığa inat. Güneş saklamış diye bulutların ardına ışığını, müzikle geri getirmeye çalıştım aydınlığı. Bir can paresini aradım omzuna yaslanmak için, serdi yüreğini önüme sağolsun.

Şimdi bir kuşun kanadına takılıp, uçurmak zamanı kasveti. Kendime sarıp kollarımı, kendimi kollama zamanı. Döndüğüm içim, saklandığım mağaram olmasın diye, yavaşça aydınlığa çıkma zamanı. Bir ateş yakıp belki, korlarının havaya minik minik savrulmasına izin vermek, onlarla beraber yeniden gülmeyi öğrenmek zamanı.

Annemin bu sabah paylaştığı fotoğraf

Elbet bizi bekliyorlar. O güne değin, günleri saymak değil, yaşamın hakkını vermek, payımıza düşeni kucaklamak, yüreğimizde kahkahalara yer açmak gerek.

Ben çayımı tazelemeye gidiyorum. Sonra hazır olacağım bu güzel günün bana vaadettiği coşkuya, yaşama.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s