Özel Okul & Devlet Okulu İkilemi

Özel okul ve devlet okulu ikilemini yaşıyoruz çoğumuz. Ben de kendi perspektifimden birkaç kelam edeyim dedim.

Benim çocukların biri özel okulla başladı eğitim hayatına. Epey köklü, sanata eğilimi olan bir okuldu. İki yabancı dil öğretiyorlar, fena da değil. Sosyal etkinlikler, kütüphane vs gayet yerinde. Ücreti de genel anlamda iyi. Ortalama diyelim. İstanbul’da özellikle belirli semtlerde zaten özel okul dışında bir alternatif de yok zaten. Neyse, başka mevzu bu…

Sonra devlet okuluna geçti. Çünkü İstanbul dışına göçtük. İki numara direk devlet okulunda başladı.

Gözlemlerim şunlar;
1. Özel okul veliye endeksli. Velinin tatmini öncelikli. Veli de parası nispetinde okulun içinde söz hakkı talep ediyor bir şekilde. Bu durum öğretmene son derece olumsuz yansıyor. Çünkü üzerindeki baskı çift taraflı oluyor.

2. Özel okula verilen paranın %10’u devlet okulundaki sınıfa verildiğinde dahi gözle görülür fark yaratmak mümkün. Mesela sınıfa alınan kutu oyunları, sınıf kitaplığı, ek malzeme ciddi manada kullanılıyor.

3. Devlet okulundaki öğretmen “iyi” ise çocuğa katkısı müthiş. Çünkü işini şevkle ve adanmışlıkla yapma olasılığı yüksek. Kariyer ve yönetim baskısı karşılaştırıldığında çok daha rahat.

4. Atatürk ve müfredat ile ilgili kafamızdaki soruları çözdük. Çünkü iş kesinlikle önce öğretmende, sonra da yönetimde bitiyor. Kuralları esnetmek her zaman mümkün.

5. Devlet okuluna veli katkısı çok önemli ve mümkün. Özel okuldaki pek çok olanağı biz veliler kendi olanaklarımızla çocuklara sağladık. Birimiz İngilizce dersi, birimiz satranç dersi veriyor. Bir öğretmen tuttuk, halk oyunları öğreniyorlar. Sınıfa şahane bir kitaplık ve kutu oyunları dolabı yaptık. Masaların üzerini akıl oyunu tahtası şeklinde boyadık. İş yine öğretmende ve veli işbirliğinde yatıyor.

6. Çocuklar farklı sosyo kültürel çevrelerden gelen arkadaşları ile beraberler. Bu kişisel gelişimleri anlamında hatırı sayılır şekilde olumlu katkı sağladı. Farklı iletişim şekillerine adapte olmalarına ve iyi-kötü ayrımını netleştirmelerine yardım etti.

7. Maddi olarak okul dışı etkinliklerde harcayacak daha çok paramız var haliyle. Ve özel okulun veremediği daha fazla şeyi verebildiğimizi keşfettik. Seramik kursu, tarihi alanlara gezi, eve aldığımız oyun materyalleri vs.

8. Çalışan ebeveynler için geçerli değil ama çocuklarla daha çok beraber olma şansımız var. Çünkü okul 9:00-2:40 arasında. Okul sonrası zaman bizim 😊

9. Çocuklar okulda aktiviteye boğulmadıkları için, evde daha aktif oldular. Kendi ilgi alanlarına yönelme şansları arttı. Çünkü artık buna çaba harcamaları gerektiğinin farkındalar. Drama, yabancı dil, dans, müzik, spor vs seçip onun kursuna gidebilme şansları oldu. Önlerine hazır gelmeyince daha kıymetli oldu bu olanaklar.

10. Teneffüsler uzun, okul sonrası arkadaş buluşmaları yoğun, ödevler boğmuyor, daha çok oyun oynayıp, daha çok kitap okuyorlar. Çünkü daha çok zamanları oldu.

11. Özellikle küçük yerlerde devlet okulları arasında sosyal faaliyetler ve yarışmalarda bir tatlı rekabet var. Bu da eğitimin kalitesini artırıyor. Özel okullardaki sınav başarısı kriteri önemli değil devlet okullarında, özellikle ilkokulda. Benim için bu ciddi bir avantaj.

12. Özel okuldaki arkadaş çevresi ve okul içi güvenli ortam ebeveyn için bir rahatlık. Devlet okulunda sürekli okulla irtibat gerekli.

13. Eğer çocukla kendiniz ciddi çaba gösterip zaman ayırarak ilgilenemeyecekseniz, özel okul bunu sizin yerinize bir nebze yaptığı için tercih sebebi olmalı.

14. Devlet okulunun işletme değil, kurum olma mantığı daha ağır basıyor, ki bence güzel bir özellik.

15. Bütün bu gözlemler aynı zamanda büyükşehir ve kasaba hayatı karşılaştırmasını da içeriyor. Bu da çok önemli bir kriter bence eğitim açısından.

😊

Yılmadan Yürümek

Günler dolu. Anlar hızlı. Hislerim coşkulu. Yüreğim huzurlu. Aceleye mahal olmasa da, her zamanki telaşlı hâlim bakî. Dertler minik çok şükür. Düzenli günlük yaşam akışımız içinde yeni insanlar, yeni uğraşlar ve yeni planlarla yuvarlanıp gidiyoruz.

Çocuklarla ilgili çok şey yapıyoruz. Onların kültürle, sanatla, sporla içiçe olabilmeleri için, okumanın onlara katacağı muazzam gücün farkına varabilmeleri için uğraşıyoruz. Bunu becerip beceremediğimizi zaman söyleyecek bize, henüz vakit erken.

Ayvalık bu konuda epey verimli. Zira İstanbul’da kısıtlı zaman ve yoğun ulaşım problemine inat koşturuyor ve yine de olanakların çokluğuna rağmen daha az yararlanabiliyorduk olan biten güzelliklerden. Burada doğanın kendisini saymazsak -ki başlıca nimet- didinip buluyoruz. Bulamazsak kendimiz yapıyoruz. Bakınız, kitap kulüplerimiz, sinema günlerimiz, okuldan alıp çocukları ve arkadaşlarını kütüphaneye götürmemiz, seminerler organize etmemiz, varolan her konsere seçmeden, ayırmadan zaman ayırıp gitmemiz… Oysa nasıl ki İstanbul’da zaman yok bahanesine sarılan vardıysa, burada da etkinlik yok bahanesine tutunan çok.

Yoğun göç alıyor Ayvalık. Gelenler irili ufaklı pek çok dernek ve oluşum kurmuşlar. BBOM (Başka Bir Okul Mümkün), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Tema gibi bilinenler yanında, Ayvalık Kültür Sanat, Kent Konseyi, Kadını Yaşatma, AIMA (Ayvalık International Music Academy), Zeytin Çekirdekleri gibi buraya has dernekler var. Ayrıca epey yetkin ve faal bir de Halk Eğitim Merkezi var. Klasik kasaba yaşamının olmazsa olmazı birbirine teğet geçen bu oluşumların düzenledikleri etkinlikler pek çok. Hemen hepsi de kâr amacı gütmedikleri için bu etkinlikler genelde ücretsiz. Ayrıca folklör ve sanat/halk müziği koroları açısından da zengin bir kasaba burası. Eh daha ne olsun! Ki aslında daha da pek çok etkinlik yapan kişi, kafe, merkez var. Uygur Performans, İlçe Spor Merkezi, Academia, Sanat Fabrikası… Ah yazarken bile mest oluyorum 😊

Fakat etkinliklere katılım az. Oysa ne çok çocuk, öğretmen, okul ve emekli var. Bu ülkenin düze çıkması, gelişmiş ülkelere ara eleman yetiştirmenin bir adım ötesine geçebilmemiz, refaha ermiş ve kültürlü bir toplum olabilmemiz için küçük, etkin ve yılmayan adımlar gerek bize. Bunu yapacak olanlar da ebeveynler, eğitimciler, aydın kişiler, sanatçılar. Söylenmekten, bahane bulmaktan, karamsarlığa ve yılgınlığa kapılmaktan vazgeçip, harekete geçmesi gerekenler bu insanlar. Hakkımız var belki kendimizi rölantiye çekmeye, ama lüksümüz yok. Minik adımlarla, durmadan, kendi etki alanımızdan başlayarak… Eminim her birimizin en azından bir alanda hayatımızı daha iyiye götürecek uygulanabilir bir fikri vardır. Eee, o zaman neyi bekliyorsunuz? 👍

Çocuklar İçin Elden Gelen

İnsanoğlu alan ihtiyacını yeteri kadar tatmin etmediğinde saldırganlaşıyor. Kafese tıkılmış bir aslan misali köpürüyor. Kimi ağzından salyalar akıtıyor, kimi sinsice alıyor intikamını. Oysa çoğu durumda kendini o kafese tıkmak kadar, parmaklıklardan kurtulmak da insanın elinde.

Çocuklar da benzer hisler içindeler. Alanlarını ne kadar net ve geniş belirler ve buna saygı duyulduğunu hissederlerse, o derece hayatla uyumlu ve kendilerinin farkında oluyorlar. Özgür iradeli bireyler olmaları ve kararlarını güven içinde vermeleri de buna bağlı sanırım.

Bunun en basit uygulaması, kendilerine ait bir fiziki alan olması. Bir koltuk, bir oda, bir köşe… Farketmez. Yeter ki dilediğince sacmalayabileceği, izinsiz kimsenin dokunmayacağından emin olduğu bir yer olsun. İkinci önemli ve uygulaması basit yöntem de kendisi ile ilgili kararlarda özgür olması. Bu, ne kadar yemek yiyeceğinden, ne giyeceğine, kiminle oynayacağından, hangi kitabı okuyacağına kadar geniş bir alanı kapsayabilir. Türk anası için biraz zor olsa da, sonuçları düşünüldüğünde denemeye değer olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca mümkün olduğunca farklı yerler görmelerini sağlamak da çok faydalı. Bu hem fiziksel dünyanın çeşitliliğini, hem de farklı yaşam formlarının olduğunu anlatmanın, dünyayı paylaştığımız toplum bireyleri ve kültürlerin, hatta tarihin ayırdına varmalarının zevkli yollarından biri. Diğeri de kitaplar ve kaliteli filmler elbette. Müzik de eklendiğinde şahane olur kanımca 😉

Görünen o ki, bambaşka bir evreye girdi dünya. O evreye giren şanslı insanlardan olabilmeleri için, güncel eğitim sistemi ve yetiştirme tarzları yeterli olmayacak gibi duruyor. Ebeveyn olarak önce kendimizi, sonra onları hazırlamak için çok çalışmamız, ciddi çabalamamız gerekiyor.

Okulun Sonu Mu?

Geçtiğimiz hafta CnnTürk’de Gündem Özel’de eğitim ve öğretim konusu tartışıldı. Programı bulup izlemenizi öneririm. Son derece verimli bir sohbet oldu. Programda Prof. Uğur Batı önümüzdeki 10 yıl içinde okulun bile olmayabileceği gibi bir cümle kurdu ve eğitimci yazar Dr. Özgür Bolat da onayladı. Ben de aynen böyle düşünüyorum. En azından bildiğimiz anlamda okul kavramı geçerliliğini yitirecek.

Bu öngörü pek çok yetkin ağızdan da sıkça duyulmaya başladı. Yıllarını eğitimi anlamaya ve iyileştirmeye adamış İngiliz Dr. Ken Robinson’un dilimize yeni çevrilen kitabı Yaratıcı Öğrenciler de benzer düşünceleri dile getiriyor. Kitap ufuk açıcı kesinlikle. Yazarın YouTube konuşmalarını da izlemenizi öneririm.

Son derece hızlı gelişen teknoloji sayesinde bilgi kolay ulaşılır bir hâle geldi. Okullar ise her ne kadar ciddi bir bütçe ayrılmış olsa da, devletleri zorluyor. Buna insan nüfusunun artışı, iş saat ve koşullarının fazlalığı, şehirleşme, adaletsiz dağılım gibi pek çok sebep bulunabilir. Bilgiye ulaşmanın bir yolu olan okullar da bu işlevlerini layıkıyla yerine getiremez oldular. Bireyin öne çıktığı zamanlardayız. Genele ve ortalamaya hitap eden öğretim ise bunu sağlayamıyor artık. Bu durumda okul devletin ideolojisini empoze etme ve yayma işlevi dışında bir yarar getiriyor mu, sorgulamak gerek.

Okulsuzluğun ve farklı sistemlere sahip butik okulların artmasının bir sebebi de bu olsa gerek. Ancak bizimki gibi kalabalık ve ekonomik olarak pek parlak olmayan ülkelerde bu da kısa vadede bir çözüm gibi durmuyor, her ne kadar örnekleri çoğalmaya başlamış olsa da.

Gözlemlediğim kadarıyla hızlı radikal değişikliklere maruz kalan eğitim sistemimize çözüm olarak bir grup ebeveyn iyi ve ne yazık ki epey pahalı okulları, bir kısım ebeveyn okulsuzluğu veya butik eğitimi, bir diğer grup da ilave eğitim olanaklarını, -kurslar, özel dersler, yaz okulları, ders dışı faaliyetler vs- tercih ediyor. Bu bilinçli ve mecburi seçimler genel anlamda bir çözüm değil elbette. Ama zaten bu sorunun çözümü için yetki sahibi de değiliz biz ebeveynler.

Genele gidecek çözümü tam yetki verilmiş, politikadan arındırılmış, yetkin kanaat önderlerinden oluşmuş bir topluluğun ele alması bir çözüm bence. Ancak zorluğu tartışılmaz.

Gelecek yıllar kişiye özel ve teknoloji yoğun bir eğitim sistemine göz kırpıyor. Deneyime dayalı öğrenmenin önemi düşünüldüğünde eğitim kurumlarının başetmek zorunda kalacakları değişimler çok fazla olacak. Buna okul binalarından, öğretmenlerin eğitimine ve ders saatlerinden içeriğe kadar hemen herşey dahil. Meşakkatli bir yol ve zaman az ne yazık ki!

Çocukların doğuştan sahip oldukları merak ve öğrenme becerilerini okul dışında zaman ve kaynak yaratarak ortaya koymalarına olanak sağlamak gerek. Bunu da kendi adıma okulu mümkün mertebe az zaman harcayacakları bir kurum olarak sınırlandırmakta buldum. Geri kalan zamanı sosyal aktiviteler ve kitap-teknoloji karışımı bir bilgi kaynağını kullanarak ilgi alanlarına yönelik bilgiye ulaşma çabası ile tamamlamaya çalışıyoruz. Henüz ilkokul seviyesinde elimizden gelen bu. Bakalım önümüzde uzanan gençlik çağları bizi neyle sınayacak?

Çağımız hayranlık karışımı bir şaşkınlıkla yaşanıyor. Biz ebeveynler ucunda değil, çocuklarımızla beraber tam içinde olmanın yollarını bulmak zorundayız.

Sorumluluk

Sorumluluk alamayan insanın yaşam süresini sadece kendi sorumluluğu çerçevesinde tüketmesi gerekliliği ile ilgili bir toplumsal mutabakat olsa keşke. Ama yok! Bu sebepe de etrafta ana baba olamayacak kişilerin çocuk sahibi olduğu, bir işi adamakıllı yapamayacak yetişkinlerin yetki sahibi olduğu örnekler görüyoruz. İç acıtan gözlemler. Bana kalırsa, gayet kibirli bir tavırla söyleyebilirim ki, bu insanoğulları evcil hayvan bile beslememeli. Fikrim bu, ne yaparsın!?!

Peki bunu ne yapmalı da engellemeli? Eğitimden, en azından ülkemizde, pek de fazla bir şey beklememek gerektiği malum. O zaman iş ailede kilitleniyor. Ama o aile bireylerinin de bu egitim sisteminin tornasından nasibini aldığını düşünürsek!😏 Çok yazık ki köy enstitüleri ve eğitim fakülteleri mezunları veya köylerdeki kadim bilgi ile donanmış bilge kişilerin genel öngörüsü yavaş yavaş bittiğine, en iyi ihtimalle üçüncü kuşağa düştüğüne göre… O zaman iş okuyan, araştıran, dünya hakkında kafa yoran bir avuç ebeveyne, eğitimciye, fikir liderine, kendini topluma adamış insana kalıyor. Bu insanların hâlâ çok olduğuna dair inancım beni umutlu kılıyor, yoksa gözlemlerim değil 😟

O zaman okumaya, paylaşmaya, tartışmaya, umut etmeye devam. Hep dediğim gibi, o güneş her sabah doğuyorsa, karamsarlığa kapılmaya hakkımız yok.

Çocuklarımıza en erken yaşlardan itibaren sorumluluk vermeye ve dünyanın her canlının yaşama, hem de en iyi şekilde yaşama hakkına sahip olduğu içgörüsü ile yetiştirmeye devam edeceğiz. Sonrası gülümserek umudu yaşatmaya kalıyor…

Sanat, Tarih, Gündem, Okul

Öyle bir dünya ve zaman ki, herkes herşeyi biliyor! Öyle mi acaba? Bana kalırsa hâlâ herkes fili tuttuğu yerden tarif ediyor. Bunun farkında olanlara ne mutlu 😉

Geçen hafta okul olmasına rağmen biz gezdik, başka başka şehirlerde dolandık. Çünkü biz ailece zamanımıza hükmetmeye ve keyfimizi biraz şımartmaya meyilliyiz 😂 Elden geldiği kadar diyelim 😉

Okulda öğrenmeleri gereken bazı şeylerden geri kaldı çocuklar, doğru; fakat kaç yıl okurlarsa okusunlar öğrenemeyecekleri bir dolu şey gördüler. Ne kadarı kalır dimağlarında bilmem ama bana sorarsanız nefis oldu✌

Sergi gezdik bol bol. Bienal’de komşu kavramını gördük, bir kasabada yaşamanın bu anlamda ne harika olduğunu konuştuk. (Plansız bir gezi tüm komşularımızın, hatta sütçümüzün arayıp sormasına yolaçtı 😊 ve bu da çocuklarla güzel bir muhabbet konusuydu) İstanbul Modern ve Galata Rum Ortodoks İlkokulu sergilerini dolandık sohbet ede ede.

Sonra Tophane-i Amire’deki Balkan Naci İslimyeli’nin sergisini gezdik. Vakit yaratıp gidin İstanbul’da iseniz, harika bir sergi ve sergi alanı inanın.

Beyoğlu’nda Yapı Kredi’nin yeni binası ve koleksiyonunu görme şansımız oldu. Özellikle tablolar gerçekten harika, görmelisiniz.

St. Antoine Kilisesi’ne geçin oradan ve bahçedeki sergiyi ve kilisenin içini gezin. Farklı bir his veriyor insana. Öteki olanı anlama adına çok ihtiyacımız olduğu kesin.

Sonra Koç Pera’daki Çatakhöyük sergisi… Sanal gerçeklikten, arkeolojinin vitrine yönelik tatlı yanı… Çocuklar için oldukça başarılı bir sunum olduğunu düşünüyorum.

İzmit’te Bilim Müzesi’ni gezdik. Vakit ayırın mutlaka derim. İslam dışında bir kimliğimiz yokmuş gibi hissettirse de, bilimin dini yok ve deneyimleme şansına sahip olunan doğa olayları epey fazla müzede. Bu anlamda anne olarak değişik hislere kapılsam da, çocuklar müthiş vakit geçirdiler doğrusu.

Sakarya Kentpark’ta tüm gün oynadılar. Gerçekten güzel bir park. Bedensel olarak zorluyor çocukları ve bunu çok seviyor çocuklar. Sonra hemen dibindeki bir sergi evinde hat ve karakalem sergisini gezdik. Çok değişik geldi çocuklara.

İznik Gölü’nü gördük bir de bu yolculukta ve şu ana kadar neden görmemişiz diye hayıflandık. Gerçekten de şahane…

Okuldaki müfredatı düşündüm. Sonra eğitim metodlarını. Kaç yılın, kaç günün, kaç saatin okulda geçtiğini… Bu sürede farklı neler yapılabileceğini…

Okul mevzusunu ciddi ciddi sorgulamak gerek… Özellikle bu ülkede 😞

İş hayatını ve büyükşehir yaşamını ciddi ciddi sorgulamak gerek bu ülkede 😟

Ebeveyn olmayı sorgulamak gerek… Ve uğraşmak, kafa yormak…

Eğer ebeveynseniz veya eğitimci ciddi bir sorumluluğu taşıyorsunuz demektir ve bunun hakkını verebilmek için çaba göstermek boynunuzun borcu… Hakkını verin lütfen, çok önemli bu emin olun…

Ah be ne haftaydı 😝

Sanırım önümüzdeki haftalar ve hatta aylar da ülke açısından yine hareketli geçecek. Her gece sabaha kavuşur dostlar, güneşin doğacağına dair inancımıza sarılalım ve bildiğimiz en güzel şekliyle yaşamanın hakkını vermeye devam edelim.

Bugün ve Yarın

Gelişmiş bir ülkede olmayı sadece parkları ve kütüphaneleri için bile çok isteyebilirim. Hadi ülkemizin ciddi harika doğal güzellikleri park özlemini biraz gidersin diyelim, ki eğer kültür ve düşünce düzeyi yetmediğinden pislik ve zevksizlik abidesine çevrilmemişse! Ama ya kütüphaneler, kitapçılar… Etrafta gördüğünüz okuyan insanlar. Çocuklar…

Geçen gün sosyal medyada bir bakkalın dükkanında çocuklar için kitap standı kurduğundan bahseden bir haber vardı. Bakkal, kendisi okumadığını, çocuklara bu sevgiyi aşılamak için elinden bunun geldiğini anlatıyordu. İşte ülkeyi kurtaracak olan böyle kişisel, anlamlı işler. İnsanın içinden gelen, bir amaca yönelik, özveri ve istekle yapılan, etkili işler. Başka türlüsü sayıca bu kadar çok olan ve bizim gibi epey derine olan toplumları zorlar. Uzun ve meşakkatli yokuşun selameti buna bağlı diye düşünüyorum.

Bir yerde okudum, İranlılar, Türkler gibi olacağız diye korkarlarmış. Bizi cahil ve bağnaz bulurlarmış. Eğitim süresinin, kalitesinin ve yaygınlığının ülkemize oranla ne kadar fazla olduğu düşünülürse haklılık payı var değil mi? Bizim İran’laşmaktan korkma nedenlerimizin sığlığı bile bu söylemi doğrulamıyor mu? Çok acı…

Peki vahlanıp durmanın bir anlamı var mı? Yok elbette… Okuyacağız, daha çok ve ne olursa. Önce okumanın yaygınlaşması gerekli bence. Çocuklar elimizde kitap görmeli. Sonra içerik kendiliğinden gelir.

Ardından umut ve gayret etmekten vazgeçmeyeceğiz. Yoksa başlanmadan kaybedilir bu kavga. Önce içimiz inanacak, ruhumuz ikna olacak. Bulmak isteyene sebep çok inanın.

Sonra eğitimden, hukuktan, sağlıktan ve nicesinden sadece sorunlarla bahsetmekten vazgeçmemi gerek. Bizim ülkede genel olarak hemen her kesim sorunu ortaya koymak ve şikayet etmek konusunda harikadır. İş çözüm önerilerinde tıkanıyor. Aksiyona geçme mevzusuna hiç değinmeyeyim zaten.

Kendi bireysel etki alanımızı iyileştirmek için yeterince çaba gösterirsek işe yarayacağına inanıyorum. Başka bir ülkeye de gitsek yine benzer bir gayret içinde olmak gerek. Aynı sabır ve çalışmayı burada verebilirsek, neden olmasın? Tabii bizim etki alanımızda olmayan ama bizi etkileyen gelecek korkumuzun nedenlerine ne diyeceğiz diye düşünüyorum bir yandan da😲 Ama işin başı algı değil mi?

Eğer ikna olursak ve sabrımızı ve inadımızı bırakmazsak ülkenin bir gün harika doğal güzelliklerle çevrili, bunun hakkını veren, kültürlü ve eğitimli, dolayısıyla zevkli ve mutlu insanların yaşadığı bir coğrafya olacağına yürekten inanıyorum.

Eğitim

Eğitime dair ne düşündüğümü ve neden böyle düşündüğümü yazmıştım. İşin içinden nasıl çıkarız noktasında aklımdaki çözüm önerilerini ebeveyn perspektifinden sıralamıştım. Hemen her şeyin değiştiği sistemde aslında değişen pek de bir şey olmadığına göre, aynı yazıyı bir kez daha yazmakta sakınca yok sanırım. Gidecek epey uzun ve meşakkatli yol, çocuklarımızın büyüme sürecine bakarsak da çok az zamanımız var. Ha gayret…

http://wp.me/s68LvP-egitim

Aile ve Birey

Çocuklar bu gece misafirliğe gittiler. Biri anane ve dedesinde, diğeri canımız komşu teyzelerinde. Biz kocamla yalnızız. Epey uzun bir aradan sonra…

Her zaman yaptığımız şeyleri yapıyoruz. Yemek düşünemedik tek fark, atıştırdık sadece. Onun dışında keyif çatıyoruz kendi bildiğimiz yolla 🍻🍷

Bu durum, çocukları hayatımıza tam anlamı ile dahil edebildiğimiz, onlar sebebiyle hayatımızdan ve kendimizden feragat etmediğimiz, onlarla yaşamımızın tam da istediğimiz, bizi tatmin ve mutlu eden bir şekilde olduğunun kanıtı bana kalırsa. Çocuklar henüz küçüklerken ebeveyenleri bundan daha çok sevindirecek bir şey var mı kendi hayatları adına bilemiyorum…

Umarım gün gelip de yuvadan uçtuklarında, onlarsız hayatlarımız da aynı dolu, mutlu, huzurlu ve tam haliyle önümüzde uzanır. Anne ve baba olmanın en zevkli ve tatmin edici hislerinden biri de bu sanırım; hem ailenin ve hem de karı ve kocanın, anne ve babanın ve her bir çocuğun bagimsizve bir arada varolabilmesi… Aile ve birey olabilmek. Gerçek bir ilişki kurabilmek…

Güzel bir his…👍❤

Matematik

Bugünü matematiğe ayırdık. Önce üşenmedik Aydın’a gittik. Tales Matematik Müzesi’ni ziyaret ettik.

Harika bir yer yapmışlar. Çocuklar ancak birkaç düzenekle ilgilendiler. Daha ziyade bahçedeki büyük oyuncaklarla vakit geçirdiler. Onlar da gayet matematiğe dayalı ve fiziksel olarak da, zihinsel olarak da çocukları uğraştıran oyuncaklardı. Neden belediyeler bu basit ama son derece etkili, üstelik daha düşük maliyetli ve daha dayanıklı park oyuncaklarını tercih etmez, hiç anlamıyorum.

Biz bayıldık elbette müzeye. Okulda ezberlediğimiz pek çok formülün mantığını anlamış olduk. Matematiğin aslında ne kadar hayatın içinde, zevkli ve basit olduğunu da bir kez daha keşfetmiş olduk.

Sonra rotayı Nesin Matematik Köyü’ne çevirdik. Bir ülkede böyle aydınlar olduğu sürece hâlâ gelecek için müthiş umut olmalı diye düşündüm. Gençler, çocuklar, aydınlar, eğitmenler… Nasıl anlatsam?! Mimarînin insan hayatına nasıl etki edebileceği, bir eğitim ortamının nasıl olması gerektiği… Öğrenme aşkıyla doldum, müthiş mutlu oldum. 

Kızım bir an önce kamplara katılmak için sabırsızlandı. Amfilerde, salonlarda, sınıflarda, bahçedeki dersliklerde oturduk. Havayı içimize çektik. Matematik ve felsefe soluduk. Bazı noktalarda oturup saatlerce kitap okumak, bazılarında günlerce sohbet etmek, bazılarında ise dinleyip, öğrenmek isteği doldu içime. 

Soluklanmak için kuleden etrafı seyrettik. Vadinin manzarası kadar, köyün manzarası da etkiledi beni.

 Çok keyifliydi. Çok…

Sonraki durak Şirince Köyü idi. Minik, şirin, cıvıl cıvıl bir yer. Tepede restore edilmiş bir kilise var. Bu ülkenin geçmişindeki Hristiyanlar ülkemize çok değerli yapılar hediye etmişler. Umarım kıymetini bilir ve koruruz onları. Basit ve etkileyici bir kilise.

Kampa döndüğümüz şu dakikalarda, çocuklar arkadaşları ile oynuyor, biz çay içiyoruz, bir kız çocuğu gülle atma antremanları yapıyor, birisi projeksiyondan yansıttığı bir filmi izliyor perdede, birileri de sohbette…

Biraz kitap okuyup, dalgaların sesine yatırmalı uykuyu, hazır yıldızlar da şölen yaparken gökte 😊