Aidiyet

Nereye ait olduğunuzu düşünüyor musunuz bazen? Elbette içine doğduğumuz ve kendi oluşturduğumuz aileye, hatta kimi zaman kocamızın ailesine, arkadaş çevremize, okula, işyerindeki kendi küçük gruplarımıza, topluma, siyasî bir partiye veya toplumsal bir gruba, ülkeye, dünyaya… Bunların bazısı, hatta çoğu ve daha fazlası evet ama toplumsal aidiyetler bunlar. Ben daha çok sizin, içinizdeki vahşi ve öz kimliğin aidiyetini sorgulamaktan bahsediyorum. Kime veya neye ait? Size mi, denize, göğe, ağaca, toprağa mı? Aşka, sevgiye, merhamete, çoğunluğa mı? Neye, kime?

Bunlar kimi zaman aklıma takılan düşünceler. Son zamanlarda ürettiğimce ve sadece fizikî değil, düşünsel anlamda da ürettikçe daha çok ayırdına vardığım bir şey var. Mutluluk hissini de beraberinde getiren, aidiyeti sarmalayan, tuhaf bir tamamlanmışlık ve güzellik veren bir his bu. Var ettikçe çoğalan ve insanı dahasına özendiren, gayrete getiren bir şey. Heyecanla okuduğunuz bir kitabın sonunda düğümün çözülmesi, saatlerce kaynayan yemeğin tam zamanında pişmesi, hazırlığı günler gereken bir sunumun başarıyla tamamlanması, çocuğun doğduğu an kucağınıza verilmesi gibi bir anlamda.

Hobiler bu hissi yaşamak anlamında insana en yakın ve kolay seçenek sanırım. En zoru bile, zaman ve emek açısından en yoğunu bile kolay geliyor eğer sonunda bu hissi yaşayabiliyorsa. Denemeye değer ne dersiniz?

Kışlık kazanları ve torbaları dolduran bir zamane kadını düşünün mesela. Ellerini kurularken yüzüne yerleşen o gülümsemedeki gizli gurur ve tatminden bahsediyorum.

Elinizi bulaştırdığınız şeyin ruhunuzu sarmalayan hisse yol açtığından emin olun bir diğer deyişle. Hakkını vermek ancak böyle mümkün ve bu bazen sadece güneşin doğusuna bakıp hayal kurmak demek. 💐