Çocuklarla Kamp – 2

İzmir Gümüldür civarındaki kampın devamı olarak olarak Didim’deki antik kentleri görmek için rotayı Tavşanburnu Tabiat Parkı’na kırdık. Kamp alanı belediyenin işletmesi olan ve günübirlik misafirlere ayrılan bölümle beraber geniş bir alana yayılan ormanlık bir arazi. Sezonda kalabalık elbette. Ama şansımıza hemen girişte yeni boşalan güzel bir yer bulabildik. Zaten kamp alanında fazla kalmayacağımızı gözönünde bulundurarak çadırı kurduk.

Kamp alanına yakın antik kentlerden Didyma, Miletos ve Priene’yi ziyaret ettik. Müzeyi gezdik. Detaylı anlatmayacağım. Sadece çocukların müthiş etkilendiğini ve uzun uzun, çok güzel vakit geçirdiğimiz söylemek isterim. Müthiş geniş bir alanda, son derece göz alıcı yapılar var. Keşke gezerken bilgiyle donanabilsek. Bu konuda ciddi bir çalışma yapılması elzem. Ama bu halleriyle bile kesinlikle büyüleyici mekanlar. Özellikle de çocuklarınızla gidip görmenizi hararetle tavsiye ederim.

Kamp ve tarih birbirine çok yakışan bir ikili. Çocuklarsa buna anlam katan en önemli şey. Onların gözüyle doğaya ve geçmişe bakmak insanı çok zenginleştiriyor.

Çocuklarla Kamp -1

Yakın zamanda civar kampları keşfederken, bir yandan da çocuklarla henüz görmediğimiz antik kentleri ziyaret ettik. Verimli ve eğlenceli bir gezi oldu. Anlatayım, belki birilerine ilham ve fikir verir.

İzmir civarında güzel kamp yerleri var. Biz tabiat parklarının kamp alanlarını tercih etmeye çalışıyoruz. Çünkü işletme haricinde geniş ve doğal bir bitki örtüsü hâkim. Bu nedenle Gümüldür’de Kalemlik ve Gümüldür Tabiat Parkları’na gitmeyi kararlaştırmıştık. Ancak her iki kampın da koşulları çok fena. Belki sezon dışında anlamlı olabilir. Ancak yaz dönemi hiç cazip değiller. Dip dibe çadırlar, pis ve yetersiz kamp koşulları 😲 Kesinlikle tavsiye etmiyorum. Aşağıdaki fotoğraflar nispeten iyi hâli.

Rotayı hemen yakındaki Hipocamp’a kırdık. Son derece nefis. Üç katı para ödemek durumunda kalıyorsunuz ama değiyor. Geniş bir alan. Düzenli. Duşlar, mutfak, sahil, mangal alanları ve kitle genel anlamıyla oldukça başarılı. Kısaca gönül rahatlığıyla çocuklarla gidilebilecek bir kamp. Üstelik minik yeğenim de oradaydı. Bizim için ayrı güzel oldu elbette bu sayede.

Bu alan ortak mutfak. Lavabolar, ocaklar ve fırınlar var. Gayet temiz ve kullanışlı.

Bu alan bulaşık, arkası çamaşır için. Ayrıca sağ tarafta ve kampın bir kaç noktasında daha duşlar ve lavabolar var.

Çadırlar için geniş alanlar var. Bu anlamda güzel. Sezonluk kalanlar garip bir şekilde daha sıkışık kurmuş çadırlarını.

Evet denge ipimizi kurma şansımız bile oldu.

Hipocamp’ta kaldığımız süre boyunca Urla’ya ve Klaros Antik Kenti’ne de gittik. Urla’ya gitmemizin esas sebebi, bir kütüphane gönüllüsü olarak pek çok aktivitenin yapıldığını bildiğim kütüphanesini ziyaret etmek ve oradaki arkadaşlarla tanışmaktı. Şansımıza bir etkinliğe denk geldik ve Bir Dolap Kitap ile tanıdığımız Yıldıray Bey ve çocukları dolap çekmeceleri 😉 ile tanışma şansımız oldu. Umarım bir gün bizim kütüphanede de bir okuma etkinliği yapar. Siteyi incelemediyseniz mutlaka göz atmanızı öneririm. Çocuk kitapları konusunda müthiş yönlendirici ve verimli bir içeriğe sahip.

Kütüphanede ise Sevinç Hanım ile gönüllü projeler adına, çocuklar için neler yapabiliriz diye fikir alışverişi yaptık. Çok faydalı bir tanışma oldu kendi adıma.

Sahildeki küçük, etkin, şirin kütüphaneyi de ziyaret edip, Ayvalık için de benzerini diledik elbette.

Sonraki durak Klaros Antik Kenti. O civara gelmişken uğramadan dönmeyin. İlk bilici (kahin) kentlerinden. Müthiş bir güzellik. Özellikle güvenlik görevlisi arkadaş bize çok değerli bilgiler verdi.

Yeterli levhalar ve bilgilendirme araçları olmayan bu tarz yerlerde, güvenlik görevlileri çok daha önemli hâle geliyor. Antik kentler ve müzeler konusunda basit ve etkili adımlar atılması gerekli acilen. Bilgilendirme ve yönlendirme levhaları, canlandırma çalışmaları gibi. Örnek alınacak o kadar çok müze var ki.

Sonraki durağımız Didim hakkında da detaylı yazacağım.

Kamp

Kamptayız. Saat 3. Gecenin körü. Bir saattir öylece oturuyorum karanlığın ve sessizliğin içinde. Çok yıldız, bol sessizlik var. Uyku sarmalına teslim olmuş etraftaki çadır ve karavanlar. Henüz sakin burası.

Kamp hayatı öyle güzel ki, içinden hayat ve neşe fışkırıyor sanki. Beni durduruyor, -ki ihtiyacım olan bu- sarmalıyor, enerjimi sakinleştiriyor, gülümsetiyor, güzelleştiriyor içimi.

Çocuklar yavaş yavaş içinde dalıyorlar kamp ruhunun. Bizden farklı bir süreçleri var. Uyum sağlamak için önce deneyimlemeleri gerekiyor. Hazırlık aşaması kamp süresince gerçekleştiği için, ilk günler sıkılmaya daha fazla zaman ayırıyorlar. Sonra tadına varıyor ve kendi döngülerine uyduruyorlar. Keyif alma dönemi sonra geliyor. Bunu düşünmek ve kampı bu gözle planlamak gerek. Uzun bir kamp veya kısa ama sık kamplar yapmalı.

Kamp hayatına ilk üç gün adaptasyon ile başladık. Bence yarın başka bir alanı keşfe ve ardından antik kentler gezisine başlayabiliriz. Maceralar bizi bekliyor.

Barcelona’da Yağmur

Yıllar önce bir eylül ayıydı. Barcelona’nın düzgün sokaklarında karşımıza çıkıp duran binalardan büyülenmiş geziyorduk. Bir yanımız alabildiğine deniz, bir yanımız alabildiğine tarih. Yüzümüzdeki gülümseme yanaklarımızı zorluyor, içimiz kıpır kıpır havalara uçma isteğiyle başetmeye çalışıyorduk. Mutluluk akıyordu üstümüzden, görenlere bulaşıyor, etrafı neşeyle dolduruyorduk.

Yağmur öyle şiddetli yağıyordu ki, yeryüzünde ne varsa silip, yenisini çizecekmiş gibi bir beklentiye giriyordu insanlar. Daha iyisi, daha şahanesi… Doğanın müziğine eşlik ediyordu ruhumuzun ritmi.

Gerçekten yaşadım bu filmlere, kitaplara konu olabilecek muhteşem ânı.

Sonra gerçeğe döndük tabii. Paraya kıyıp o gün aldığım kıpkırmızı keten eteğin o yağmurda içindeki tüm kırmızı renk pigmentlerini salacağını ve onların da bacaklarımdan süzülmeyi seçeceklerini ne bileyim? 😂 Garip kollarını kaldırınca davul patlarmış ya, işte o hesap 😄

Siz siz olun; kırmızı keten etekle yağmurda gezmeyin. Doğanın müziği Alice Cooper şarkısına dönüyor sonra 👍😭

Yağmurun nefis sesiyle merhaba Ayvalık’tan 💜

Amsterdam’da Kamp

Yıllar önceydi. Uzun yıllar önce… Sevgilimle Londra’da ikamet ettiğimiz zamanlar. Gençtik, ama çok değil. Cesurduk ve epey temkinli. Çulsuz olduğumuzdan sanırım, yeteri kadar da çalışkan ve hatta şanslı, biraz da azimli… Yani ‘şu İngilizce’nin belini iyiden iyiye kıralım’ ile ‘gezelim biraz, sonra Türkiye’ye dönünce nasılsa özel sektör iliğimizi sömürecek’ kafası arasında bir çalışıp, beş gezerek; okula da vize evrakları almak dışında neredeyse hiç uğramayarak geçirilen yıllardan bahsediyorum. Ülkede müdür, gurbette kasiyer olunan yıllar… Milattan bir sonrası yani 😉

İşte o zamanların birinde Amsterdam’a bilet bulduk üç kuruş beş paraya. Biletleri, işyerinden izinleri, vizeyi, ayrıca bir çadır, iki uyku tulumu ve iki de sağlam sırt çantasını aldık. İlk kez gideceğimiz şehrin içinde, kanalın dibinde bir minnak kamp alanı olduğunu öğrenmiştik çünkü. Gitmesek olmazdı…

Mümkün mertebe hafif olmasına çalışılsa da, gayet bel büken cinsinden çantalarımızla kendimizi tramdan inmek üzere bulduk bir anda. Güç bela tarif ve şansın yardımıyla kamp alanına ulaştık. Bak milattan bir sonrası diyorum; navigasyon kelimesi bile henüz icat olmamış, internet hücrelerimize işlememiş, blog veya Google denen mucizeler ise henüz günlük hayata dahil olmamıştı. El yordamı, insan tarifi bulunurdu o zamanlar gidilecek yerler… Neyse, bulduk işte. Kurduk çadırı, serdik tulumları. Önümüzde kanal, etrafımızda ağaçlar, bizim gibi bir dolu çadır ve gençler, karşımızda da güneş, tabak gibi üstelik, batmaya yakın… Renk cümbüşü, cıvıl cıvıl gezgin sesleriyle yarışıyordu. Ne şans ama!

Çok maceralar atlattık o kısacık kampta. Bir gece az kalsın kaybolduk, bulamadık kamp alanını. Bir gece ulaşabilmek için geçmek zorunda olduğumuz demir köprüden geçemeyeyazdık. Bir gece çadırını karıştıran bir genci hırsız sandık. Fermuarı açması ile üstüne atlamamız bir oldu. Bir gece aç kaldık, yemek bulamadık. Bol su da yemek yerine geçermiş, öğrendik.

O gezideki tüm tatlı ve anılası yaşanmışlıklar çadır ve bir de araya sora bulduğumuz bit pazarı ile ilgili 😊 Oysa biz eni konu şehir turu atacak, altını üstüne katacaktık Amsterdam’ın. 😂

O zamanlar müze denen şahaneli binaların kıymeti harbiyesi beş kuruşu geçmediğinden cahil bünyemizde, o sokak senin, bu bank benim, dere tepe tabana kuvvet gezmelerdi yaşayabildiğimiz. İyi ki öyleymiş. Baksana üstüne koca bir milat geçti, hâlâ aklımda sürünerek girdiğimiz çadır ve kanaldan batan güneş var. Ha bir de tüm günümüzü geçirdiğimiz bit pazarı. Uğramadan dönmeyin 😂

Matematik

Bugünü matematiğe ayırdık. Önce üşenmedik Aydın’a gittik. Tales Matematik Müzesi’ni ziyaret ettik.

Harika bir yer yapmışlar. Çocuklar ancak birkaç düzenekle ilgilendiler. Daha ziyade bahçedeki büyük oyuncaklarla vakit geçirdiler. Onlar da gayet matematiğe dayalı ve fiziksel olarak da, zihinsel olarak da çocukları uğraştıran oyuncaklardı. Neden belediyeler bu basit ama son derece etkili, üstelik daha düşük maliyetli ve daha dayanıklı park oyuncaklarını tercih etmez, hiç anlamıyorum.

Biz bayıldık elbette müzeye. Okulda ezberlediğimiz pek çok formülün mantığını anlamış olduk. Matematiğin aslında ne kadar hayatın içinde, zevkli ve basit olduğunu da bir kez daha keşfetmiş olduk.

Sonra rotayı Nesin Matematik Köyü’ne çevirdik. Bir ülkede böyle aydınlar olduğu sürece hâlâ gelecek için müthiş umut olmalı diye düşündüm. Gençler, çocuklar, aydınlar, eğitmenler… Nasıl anlatsam?! Mimarînin insan hayatına nasıl etki edebileceği, bir eğitim ortamının nasıl olması gerektiği… Öğrenme aşkıyla doldum, müthiş mutlu oldum. 

Kızım bir an önce kamplara katılmak için sabırsızlandı. Amfilerde, salonlarda, sınıflarda, bahçedeki dersliklerde oturduk. Havayı içimize çektik. Matematik ve felsefe soluduk. Bazı noktalarda oturup saatlerce kitap okumak, bazılarında günlerce sohbet etmek, bazılarında ise dinleyip, öğrenmek isteği doldu içime. 

Soluklanmak için kuleden etrafı seyrettik. Vadinin manzarası kadar, köyün manzarası da etkiledi beni.

 Çok keyifliydi. Çok…

Sonraki durak Şirince Köyü idi. Minik, şirin, cıvıl cıvıl bir yer. Tepede restore edilmiş bir kilise var. Bu ülkenin geçmişindeki Hristiyanlar ülkemize çok değerli yapılar hediye etmişler. Umarım kıymetini bilir ve koruruz onları. Basit ve etkileyici bir kilise.

Kampa döndüğümüz şu dakikalarda, çocuklar arkadaşları ile oynuyor, biz çay içiyoruz, bir kız çocuğu gülle atma antremanları yapıyor, birisi projeksiyondan yansıttığı bir filmi izliyor perdede, birileri de sohbette…

Biraz kitap okuyup, dalgaların sesine yatırmalı uykuyu, hazır yıldızlar da şölen yaparken gökte 😊

Efes

Enfes… Görmediyseniz bi zahmet yapın planlarınızı, gelin dünya gözüyle bir görün. Muhteşem bir ortam, harika bir tarih dokusu… 

Çocuklarla 2 gün ayırdık. Bir aşağı kapıdan, bir yukarı kapıdan gezdik. Her bir taşına basamadık yine de, öyle geniş bir alan. Uzun uzun anlatmayacağım, kendiniz hissedin gidip. İnternet sağolsun, resimleri bol zaten. Ama orada hissedilenleri anlatmak zor. 

Gözümde binlerce yıl önce, ayağında deri sandaletleri, keten elbisesi ile omzunda su testisi taşıyan kadınlar canlandı. Mermer yolun iki yanına sıralanmış, geçen kralı selamlayan halk duydum bir an. Bir taşa sabahtan akşama ve defalarca yeniden bir cümle işleyen yazıcıların terini sildim sanki alnımdan. Hele o kütüphane, o kralın oğlunun, yapı tamamlandığı ilk an hissettiği gurura tanık oldum. Çok güzeldi…

Çocuklar taşlara tırmandı, izledi etrafı, turist kafilelerini ve bin türlü değişik dil konuşan rehberleri dinledi, merak etti, bazen sıkıldı, bazen hayrete düştü… Zihinlerinde neler olup bitti bilemiyorum elbette, ama gelecekte bu aile gezisi, bu harika kamplar şahane birer his eşliğinde canlanacak dimağlarında eminim. Daha ne isterim ki 😊

Bu arada Selçuk’un içini de gezmeye fırsat bulduk. Ne şirin bir yermiş meğer. Henüz ne kalesini, ne de müzesini gezemedik. Yavaş, yorulmadan, sıkılmadan, keyfini çıkara çıkara…

Yarın Şirince 💒

Kamp da bir güzel ki, ayrılası gelmiyor insanın bu arada ⛺🌄🌅

Kamp Hissi

Ben seviyorum ya bu kamp işini, ondan sebep sanırım işimizin yaver gitmesi 😉 Yoksa bakarsan, epey de sıkıntı esasında 😂

Çıktık yola. Araba yüklü, biz heyecanlı… Pek de öyle ahım şahım hazırlanmadık ne yalan söyleyeyim. Olduğu kadar işte. Maksat kamp olsun. Aslında amacımız Efes Antik Şehri’ni gezmekti. Bu yüzden Selçuk civarında bulduğumuz ilk kamp yerine konuşlandık. Şansımıza şahaneli bir kamp yeriymiş bu Dereli. Bizim beklentimiz az olduğundan mıdır bilemem ama bildiğin mutluyuz an itibariyle…

3 gün sıcakların bitmesini bekledik. Gelmeden Bergama Antik Kenti’ni gezip, tarih depolanmıştık neyse ki. Bu arada minik bir Kuşadası turu yapıp, Kuşadası Kalesi’ni gezdik. Sahilden güneşi batırdık. İyi geldi.

Kamp alanı kocaman ağaçların altında, upuzun ve bakîr kumsalı, sıcak ve sığ denizi, püfür püfür esen rüzgarı, sıcak suyu ve az ama öz sakinleri ile nefis. Dingin, sessiz… Daha ne olsun be annem 😇 

Dalgaların sesi vuruyor, ay ve yıldızlar birbiri ile yarışıyor parlaklıkta, ağaç siluetleri ile gökyüzü muhteşem bir görüntü sunuyor…

Çocuklar mutlu, biz mutlu…

Bir yandan ülke her zamanki gibi kazan. Ruhum inançlı oysa. Ne de olsa umut ve mutluluk, içinde insanın. Direne direne, yaşaya yaşaya yeşerteceğiz yeniden yarına dair inancımızı. İnadına mutluluk, inadına sevgi…

Gündemimiz tarih bu aralar. Geleceğe umutla bakmak için daha güzel bir yöntem düşünemiyorum. Tavsiye ederim 😉😊

Bavul

Aslında hep bir yerlere gitmek için bavulumu hazır tuttum. Sık sık da yeniden hazırlamam gerekti zaten. İlkokulu 4 ayrı okulda okudum. Sonra okul çantamda kitapları okula, kıyafetleri eve taşıdığım yıllar geçti. Yurt çocuğu olmak, çantanı her daim gitmelere hazır etmek, bir anlamda yuvan bellemek demek ne de olsa! İş için başka şehre taşınmak zorunda olan yeni çağın insanıydım. Babadan oğula geçen yaşamlar geride kalmıştı ben büyüdüğümde çünkü. Sonra da içime işledi elbette gitmeler… Evden gitmek istemedim çok şükür… Yuvalarım hep sıcacıktı 🙂 Ben de yuvalarımı sırtlandım. Bir oraya, bir buraya… En olmadı hayalini kurdum, bir nevi gitmek adına 🙂

Bugün bavul alacağız kendimize. Çünkü bunca yolculuğa rağmen tek büyük bavulumuz İngiltere yolunda yük kısıtından sebep boyumuzu aşan genişliktekiler oldu. Haliyle işlevlerini dolap üstü, yorgan hurcu kıvamında sürdürmeye mahkum oldular. Diğerleri hep minikmiş, ki yeni farkına vardık. 4 kişilik çocuklu aile bavulumuz olmamış şimdiye kadar. Onca yolculuğa, onca kampa… Minik sırt çantalarına, kabin boyu tek valize sığmışız bunca zaman. Sığabilmişiz öte yandan, güzel… Zamanı geldiğine kanaat getirmiş olmalıyız ki ihtiyaç hissettik bir anda. Şöyle derli toplu mu olsun istedik sanki?!

İçimden bir ses büyümek güzel diyor. Her anlamda 🙂 Ama sadece, sakince, kalıbına göre, fazlalıklar olmadan, sırasında, hem gelişine hem de geldikleriyle… Büyümek… Her anlamda…

Güneşi Selamlamak

Bu sabah işe tarihi yarımada üzerinden geldim. Çok keyifliydi. Çünkü keyifle işe gitmeye karar vermiştim. Gördüğüm bazı şeyler de ayrıca mutlu etti beni.

Tramvay ve metro hemen geliveriyor. Kalabalıksa diğerini beklemek sorun değil. Her halükarda uzun bir yolculuk olacağı düşünülürse, insanı epey mutlu ediyor bu durum.

Sıcak simit ve yanında taze karper buldum. Kokusuna dayanamayıp minik minik tırtıklayarak işe gelene kadar bitirdim.

Ayasofya, Gülhane, camiler, çarşı-pazar, çeşmeler, duvarlar, Yerebatan… Eski zaman binaları, eski zaman duyguları, tarih hissi… Sardı sarmaladı. Sonra halıcılar, restoranlar, kafeler, oteller… Turist gözüyle otantik olan ülkem. Gezme isteği canlandı içimde delicesine… Çocuklarla İstanbul’da bulunduğumuz ilk tarihte uzun bir tarihi yarımada gezisi yapalım dedim. Biraz daha büyüdüklerine göre hakkını teslim edebiliriz sanırım bu gezinin artık.

Eminönü’ne gelince vapurları, Galata Kulesi’ni, denizi, köprüyü ve balıkçıları gördüm. Güneşin yükselmeye başladığı zamanlardı ve günü selamlıyordu sanki insanlar.

20161123_085601-effects

Avrupa’nın metroları çok eski, kokulu, boğuk olsa da, bana modern çağın mucizeleri gibi geliyorlar. İlk gördüğüm zamanlardan kalan bir his sanırım. İstanbul’da bana bu hissi sadece Taksim-Kabataş finiküleri veriyor. Avrupa’nın bir güzel şehrindeymişim hissi.

Metroda kitap okuyan bir kızın önünde ayakta duruyordum. O inince ben oturdum ve kitabımı okumaya başladım. Durağa gelince yerimden kalktım ve benim yerine oturan kızın da kitabını açtığını gördüm. Harikaydı. Sanki kitap okuma koltuğu yapmışlar gibi hissettim.

Harika bir sabah yolculuğu oldu. Ha diğer açıdan bir gezi değil bu. Her sabah ve akşam gerekli midir, olmalı mıdır gibi soruların da ucu açık!

Sonra… İşe geldim…