Salı

Herhangi bir salıydı. Diğer salılardan bir farkı yok gibi görünüyordu. Belki de yoktu gerçekten. Bizi 18 yıl önceye götüren anıları sırtına yüklemiş, kapıdan girmeye imtina eden bir öksüz çocuk gibiydi. Henüz farkına varmasam da, herhangi bir salıdan başka bir havası, beni kendine zorla bağlayan bir kokusu vardı.

O salının ilk saatlerindeydik hâlâ. Bütün gün depremler sallamış, yağmur şimşeklere teslim olmuş ve ben şarabın büyüsüne biranın delikanlı lezzetini katmış öylece göğe bakıyor ve günün yorgunluğunu bünyeme katıyordum. Aniden her daim sallanan bacağım duruverdi. Keskin bir koku bir anda çarptı beni. Babamın kokusunu aldım havada. Bir an. Sadece bir inanılmaz an. Beni yanına katıp yılların içine, anıların derinine, en güzel anlara ve sonrasında acının, kaybı farketmenin keskin yarasının ve geri gelmeyecek olanın çaresizliğinin girdabına sürükleyen o inanılmaz an.

İnsan yaşar. Koca evrende, sonsuz zamanda, sanki bulabilecekmiş gibi hayatın anlamını, kendini paralarcasına didinir ve egoistçe yaşar. Gidenlerin yası bile anlatamaz ona bitimsiz günün henüz icat edilmediğini, varlığının önemsizliğini. Yaşar öylesine tutunarak hayata.

İyi de yapar. Çünkü an gibi geçicidir hayat.