Arjantin, biz geldik

Bundan tam da 7 yıl önce bir göç hikayesi yazmaya başlamıştım. Çünkü kendimce son göçümü gerçekleştirmiş ve renkli, meşakkatli ve dahası oldukça da zor ama eğlenceli olan, yapay, içindeyken sahici, kapitalist reklamcı plaza hayatıma, bir Ege kasabası ile noktayı koymuştum. Bu benim emeklilik hayalimi gerçekleştirme ve bir yere konup hayatımı orada devam ettirme durumumdu. O yüzden bu göçe pek çok anlamlar yüklemiş, sakinleşmek için kendime tanıdığım zamana limit bile koymamıştım. Bir yıla yakın süren yavaşlama çabamın karşılığı olarak kendimi sosyal sorumluluk ve gönüllü projelere adamış, neredeyse haftanın tek günü bile tatil yapamaz hale gelmiştim. Ne garip bir rüya, ne şahane bir gerçeklik.

Derken epey verimli ve keyifli geçen bir 7 yıl yaşadık Ayvalık’ta. Bu güzelim Ege kasabası hayallerimizin durağı oldu. Eğlenmek ve dinlenmek arasında, çalışmakla durmak arasında bir yer edindik kendimize. Hobi dediğimiz mutluluk kaynaklarını sonuna kadar kullandık. Hakkımız olan zamanı, hakettiğimiz keyfe yedirdik, üstüne güzel bir afiyet olsun çektik. Pek çok dost, yanına da bir dolu anı ekledik heybeye. Bu arada acılar ve kayıplar, gözyaşı ve kırlaşan saçlar eklendi yeni kırışıklıkların yanına, onları da kucakladık sevgiyle. Ardımızdan gelenler ve bu yolda yitip gidenler oldu. Ah, işte burası en zoruydu.

Derken nasıl oldu bilmiyorum?! Ülke kendini doğal afetlerle, toplumun kendine biçtiği felaketlere, bense kendimi kadınlarla örülü bir kızkardeşlik çemberine teslim ettim. Bir süre kederle, acıyla ve çaresizlikle örülü duygular, eylemin sağaltıcı gücüyle yoğruldu. Bak bu afilli lafların gerçek karşılıklarını yaşamış olmanın haklı gururunu da heybemde taşıyorum ha, yanlış olmasın. Sonra bir sabah gerçeğe uyandık.

Eğitimin yerle yeksan olduğunu, güvendiğimiz dağların karlarla kaplandığını, bize bizden başka inanan ve dahası yere düştüğümüzde elini uzatan olmayacağını ilk elden gördük. Bizim gibi olanlar yapayalnızdı. Bizi biz kurtaracak ama kurtulanları bir yere koyamayacaktık. Üstümüzdeki çatıyı, sırtımızdaki hırkayı, ağzımızdaki lokmayı son kez buluyorduk belki, belki de bizim yalan yanlış hissettiğimiz tam da buydu. İnsan bazen gerçeği bilir ama inanmaz, bazen inanır ama o da gerçekle uzaktan yakından ilgili olmaz. Bizim başımıza gelen hangisiydi zaman gösterecek.

İşte tam da o noktada veda etmeye karar verdik. Her verdiğimiz karar gibi hızlı ve etkili oldu. Dalga dalga yayıldı ve etrafımızdaki birilerini, genelde en sevdiklerimizi çeperine alıp etkiledi. O geçen kısacık zaman dilimi benim için çocuklarımın ikisini beraber emzirdiğim, işyerimde olmazların olmasına şahitlik ettiğim, kendimi hiç olmadığım kadar becerikli ve yetersiz hissettiğim o dönemi hatırlatıyordu. Aynen o dönemde olduğu gibi, bu kısacık etkin zaman diliminde de ben gerçekle sanal olanı ayırıyor ve kendimi mutlu, güçlü, şanslı ve kaygılı hissediyordum. 2 yıl arayla doğurduğum çocuklarımı aynı anda emzirirken de, hayallerimi ayakta tutmaya çalışırken de benzer duygularla boğuşuyordum. Keşke biri önemli olanın karar vermek ve o kararın arkasında durmak olduğunu o zaman söyleseydi bana. O dönem içimden gelene ve kendime inandığım ve sonunda bunu yaşama geçirdiğim için olsa gerek, şimdi en ufak bir kuşkum yok. Çünkü biz oralardan geçtik, o sayfayı ezberledik, o konuyu işledik, o sınavı verdik.

Tam da o sebepten içimiz rahat, gönlümüz ferah aldık iki ergen çocuğu, dünyanın bir ucuna, dilini, kültürünü bilmediğimiz bir ülkeye aniden çıkageldik. Hoşgeldik. İlk 5 hafta itibariyle asayiş berkemal. Darısı kalan yılların, yeni heyecanların başına.

Hayat Nasıl Değişir?

İnsan hayatının nasıl değişebileceğine dair aklıma üç yol geliyor.

1. Aniden. İstemsizce. Plansız. Kaza gibi. Hastalık gibi. Aşk gibi -ki bir anlamda hastalık da denebilir-.

2. Planlı. Uzun dönemde uğraş gerektirir şekilde. Tuğla tuğla örerek. Çaba ile.

3. Büyük planın bir parçası ile. Elde olmayan sebeplerle. Müdahale edilemeyen. Göre göre. Çaresizce.

İlk ve üçüncü arasındaki fark, birinin aniden olması, diğerinin zamana yayılması denebilir. Öyle ki, ilkinde daha kişisel bir gayrete açıklık vardır. Oysa diğeri göstere göstere gelmesine rağmen elden gelen çabalar genelde anlamsızdır. İlki anî, diğeri yavaştır. Her ikisi de olumlu ya da olumsuz olabilir.

Benim kurumsal hayatı defedip, Ege kasabası sakinliğine ermem ikinciye örnek olabilir mesela.

Babamın diğer evrene anî göçü, hepimiz ama en çok annem için ilk gruba giriyor bu durumda.

Ülkenin içinde bulunduğu kabus ise üçüncü için güzel bir örnek.

Hayat seçimlerden, seçimler olanaklardan, olanaklar tesadüflerden, tesadüfler ise bilmem neden gerçekleşiyor? Sahi biz kendi seçtiğimiz hayatın kölesi miyiz? Ne dersiniz?

Bir Ege Kasabası Hayali

Büyükşehirde yaşayan pek çok insanın hâyâlidir bir Ege kasabasına taşınmak. Genelde emekliliğe saklanan, hayaline sığınılan, içki masalarında ‘ne olacak bu memleketin hâli’ meselesine alternatif, filmlerde, şarkılarda yaşanan… Ne güzeldir de, hâyâldir sonuçta. Gerçekleşmesi umut edilir ama pek plan da yapılmaz üzerine. Kolay değil tabii bu devirde. Ne ekonomik sürdürülebilirlik, ne geç ya da erken farketmez, herhangi bir emeklilik, ne de bünyeye sızmış, üstüne ruhu tarumar eylemiş büyükşehir temposu izin verir zaten böylesi bir hayalin gerçekliğine.

Tam da böyleydi düşüncelerimiz bir zamanlar. Sonra hayal ettik, inandık, güvendik, planladık ve yaklaşık 2 senedir Ege’nin bir güzel kasabasında, yıllardır gelip gidip iç geçirdiğimiz gönlümüzdeki yuvamızda, Ayvalık’tayız.

Kasaba deyip geçmemek gerek. İçinde yaşayan ayrı, gelip geçen ayrı, uğrayıp kalan apayrı hisseder kasabayı. Sahiplenir herkes kendine göre. Kasaba hayatı bambaşkadır. Biri diğerini, bazısı hiçbirini, kimi ötekini anlamaz ama bakarsın herkes anlaşıverir birbiriyle. Miniciktir ama tüm evrene yeter derecede kocamandır. Konu komşu tanır birbirini atadan itibaren. O sebepten kolay giremez ortama, dışarıdan gelen. Genelde hep dışardan gelen olarak kalır ve o haliyle ortama alınır 🙌

Pazarı en cazip çekim merkezidir genelde. Market raflarından ve müzik eşliğinde alışveriş arabası ittirmekten, insan sesinin coşkusu ve ardında tıngır mıngır sürüklediğin pazar arabasına geçiştir bunun özü. Kokular, renkler ve çeşitlilik esasında mutluluk ve şükürdür aynı zamanda.

Sonra boş vakitler silsilesidir kasaba. Koşturmadan yapılan, fakat durmaya hiç olanak tanımayan işler gürûhu. Öyle ya, bir kahve içmek kolay iş midir denize karşı? Ya reçel yapmak için çilek seçmek? Bir ağacı budamak veya sütlaç yapmak? Bunlar insanın tüm zamanını alabilecek, son derece mühim mevzular!😊

Çocuklar içinse bambaşka bir şey. İstanbul’un ebeveyn iş saatlerine göre ayarlanmış okul zamanlamaları vardır. Eve gelince de tüm ahalinin yorgun ve birbirini özlemiş halleri ile kendilerince başa çıkmaya çalışma çabası. Kaçırılan güzel zamanlar silsilesi yani. Sonra çocuklar sabah sakin kahvaltı etmeyi, öğle yemeğine eve gelip gitmeyi, akşamüzeri bol vakitte bahçede oynamayı, denizde yüzmeyi, yürüyüşe çıkmayı, öylece durup sıkılmayı keşfeder kasabanın sakin okullu hayatında.

Büyükşehrin sizden aldığı zamana biçeceğiniz karşılık, aldığınız ücretler, çıktığınız tatiller, kıyafetler, restoranlar olmasın dilerim. Günlük hayatın ufak heyecanları vazgeçilmeye değer mi diye düşünün. Sonra yapabileceğiniz fedakarlıklar ve vazgeçebilir sahiplikler gelsin masaya. Baktınız oluyor, hiç vakit kaybetmeyin hayal edip, plan yapmaya…😉

Yılmadan Yürümek

Günler dolu. Anlar hızlı. Hislerim coşkulu. Yüreğim huzurlu. Aceleye mahal olmasa da, her zamanki telaşlı hâlim bakî. Dertler minik çok şükür. Düzenli günlük yaşam akışımız içinde yeni insanlar, yeni uğraşlar ve yeni planlarla yuvarlanıp gidiyoruz.

Çocuklarla ilgili çok şey yapıyoruz. Onların kültürle, sanatla, sporla içiçe olabilmeleri için, okumanın onlara katacağı muazzam gücün farkına varabilmeleri için uğraşıyoruz. Bunu becerip beceremediğimizi zaman söyleyecek bize, henüz vakit erken.

Ayvalık bu konuda epey verimli. Zira İstanbul’da kısıtlı zaman ve yoğun ulaşım problemine inat koşturuyor ve yine de olanakların çokluğuna rağmen daha az yararlanabiliyorduk olan biten güzelliklerden. Burada doğanın kendisini saymazsak -ki başlıca nimet- didinip buluyoruz. Bulamazsak kendimiz yapıyoruz. Bakınız, kitap kulüplerimiz, sinema günlerimiz, okuldan alıp çocukları ve arkadaşlarını kütüphaneye götürmemiz, seminerler organize etmemiz, varolan her konsere seçmeden, ayırmadan zaman ayırıp gitmemiz… Oysa nasıl ki İstanbul’da zaman yok bahanesine sarılan vardıysa, burada da etkinlik yok bahanesine tutunan çok.

Yoğun göç alıyor Ayvalık. Gelenler irili ufaklı pek çok dernek ve oluşum kurmuşlar. BBOM (Başka Bir Okul Mümkün), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Tema gibi bilinenler yanında, Ayvalık Kültür Sanat, Kent Konseyi, Kadını Yaşatma, AIMA (Ayvalık International Music Academy), Zeytin Çekirdekleri gibi buraya has dernekler var. Ayrıca epey yetkin ve faal bir de Halk Eğitim Merkezi var. Klasik kasaba yaşamının olmazsa olmazı birbirine teğet geçen bu oluşumların düzenledikleri etkinlikler pek çok. Hemen hepsi de kâr amacı gütmedikleri için bu etkinlikler genelde ücretsiz. Ayrıca folklör ve sanat/halk müziği koroları açısından da zengin bir kasaba burası. Eh daha ne olsun! Ki aslında daha da pek çok etkinlik yapan kişi, kafe, merkez var. Uygur Performans, İlçe Spor Merkezi, Academia, Sanat Fabrikası… Ah yazarken bile mest oluyorum 😊

Fakat etkinliklere katılım az. Oysa ne çok çocuk, öğretmen, okul ve emekli var. Bu ülkenin düze çıkması, gelişmiş ülkelere ara eleman yetiştirmenin bir adım ötesine geçebilmemiz, refaha ermiş ve kültürlü bir toplum olabilmemiz için küçük, etkin ve yılmayan adımlar gerek bize. Bunu yapacak olanlar da ebeveynler, eğitimciler, aydın kişiler, sanatçılar. Söylenmekten, bahane bulmaktan, karamsarlığa ve yılgınlığa kapılmaktan vazgeçip, harekete geçmesi gerekenler bu insanlar. Hakkımız var belki kendimizi rölantiye çekmeye, ama lüksümüz yok. Minik adımlarla, durmadan, kendi etki alanımızdan başlayarak… Eminim her birimizin en azından bir alanda hayatımızı daha iyiye götürecek uygulanabilir bir fikri vardır. Eee, o zaman neyi bekliyorsunuz? 👍

Kasabada Ne Yapılır ki?!

Bir süredir kasabada yaşayan bir ebeveyn olarak büyükşehir ebeveynlerine bazı gerçekleri açıklamam gerek sanırım. 😉😝

Kasabaya taşınamamanın bahanelerinden biri de çocukları büyükşehrin imkanlarından alıkoymamak olarak düşünülüyor. Zamanında biz de bunu bir eksi olarak haneye yazmıştık doğrusu. Şimdi deneyime dayalı bilgi verebilirim bu konuda artık.

İstanbul’da her haftasonu bir müze gezisi, bir atölye çalışması, çocukların devam ettiği bir spor aktivitesi gibi uğraşlarımız vardı. Bir haftasonunu da dostlarla ev buluşmalarına ayırıyorduk. Ve tahmin edeceğiniz gibi pestile dönüyorduk. Buna rağmen mutluyduk aslında, çünkü verimli geçiyordu zaman. Yine de yapmak istediğimiz pek çok şey için vakit yaratmak ciddi sıkıntıydı. Çünkü trafik denen canavar zamanımızı çalıyordu. Günde iki aktivite maksimum yapabildiğimizdi ve yetmiyordu. İmkânlar da bakmayın çok göründüğüne, epey kısıtlıydı. Parasından bahsetmek istemiyorum bile.

Kasaba hayatı ilk başta ne yapacağımızı bilemediğimiz bir şekilde boş geldi. Çünkü henüz keşfetmemiştik. Sonra okul çevresi, sosyal medya derken yavaş yavaş adapte olduk.

Bir kere küçük yerlerdeki devlet okulları epey faal. Halk Eğitim destekli kursları var. Bunlar folklör, satranç, resim gibi çok çeşitli. Öğretmenler ders sonrası etüt uygulaması ile çocuklara unutulan oyunların yanısıra mangala, dokuz taş gibi kutu oyunları ve kendi yetkinlikleri doğrultusunda eğlenceli matematik gibi ek dersler veriyorlar. Ayrıca veliler için de ders sonrası dikiş, folklör gibi atölyeler var. Ve bunların tümü ücretsiz.

Halkın Eğitim ise oldukça faal. Genelde aklımıza sadece dikiş ve nakış gelse de, Yunanca’dan aşçılığa, tiyatrodan sabun yapımına, tarımdan bilgisayara, seramikten resme kadar çok geniş bir yelpazede başarılı ve verimli çalışmaları var. Biz de eşimle bunlardan yararlanıyoruz elbette. Ama bununla sınırlı değil, çocuklar için drama, enstrüman, tiyatro gibi kurslar da var ve oldukça faaller. Mesela geçen yıl, tiyatro yapan çocuklar civardaki köy okullarında oyunlarını sergilemişler. 😊 Üstelik bunların da tümü ücretsiz.

Bir de spor var elbette. Gençlik ve Spor Müdürlüğüne bağlı kapalı spor salonunda voleybol, basketbol, jimnastik, pilates, yoga, modern dans, tekvando gibi pek çok çalışma var. Oldukça makul ücretlerle, epey başarılı sonuçlar alan takımlar oluşturmuş kurslar bunlar. Haftasonları maçlar da süper eğlenceli bu arada.

Ege’de yaşamanın bir diğer güzel tarafı da etrafta antik kalıntıların çok bol olması. Haftasonları birkaç saat araba yolculuğu ile tarihe yolculuk yapmak olası. Müzekart pek çoğunda geçerli elbette. Bahar aylarını değerlendirmenin güzel bir yolu. Elbette civardaki kamp alanlarını söylemiyorum bile. Bizim için bulunmaz nimet.

Bir de sergiler var. Benim en sevdiklerimden. Resim, fotoğraf, seramik…

Ve konserler elbette. Çeşitli grupların, mesela öğretmenlerin oluşturduğu korolar, Sabahattin Ali’nin sevgili kızı Filiz Ali’nin emeği ile kurulan AIMA ve Zeytin Çekirdekleri zaman zaman konserlerle bizi ihya ediyorlar. Çoğu ücretsiz elbette.

Bir de kütüphanemiz var 😊📚👍 Bizim için ayrıca özel. Çünkü orada kitap kulübü toplantılarımızı yapıyoruz. Giderek daha da güzel, daha da verimli ve daha da eğlenceli hâle geliyor. Kasabamızda kapsamlı bir kitapçı olmasa da, son derece zengin bir kütüphanemiz olması çok güzel.

Ormanın içinde veya deniz kenarında yapılan bir yürüyüşü, minicik kendine has bir kafede, mesela Şeytanın Kahvesi’nde içilen bir kahveyi veya bisikletle uzun uzun dolaşmayı anlatmaya gerek yok sanırım.

Biliyor musunuz, bunları hiç yorulmadan, genelde koşturmaya gerek kalmadan ve büyük bir zevkle yapabiliyoruz.

En önemlisi de bir şey yapmak istediğimizde buna imkân ve zaman bulabiliyoruz. Bu bazen okulun duvarlarını rengarenk boyamak, bazen kitap kulübü oluşturmak, bazen kadınlarla toplanıp sinema geceleri düzenlemek olabiliyor.

Göç zor karar. Pek çok etmene bağlı. Ama en azından ‘kasabada ne yapacağız ki’ sorusuna bir cevap olur sanırım bu yazdığım deneyimler.

O noktadaki herkese bol şans 😉

Kitap Kulübü Kurma Hikayemiz

Ayvalık’a yerleşince farkettik ki burada bir kitapçı yok. Evet yok! Bir tane var sayılır ama tam değil 😵 Sahaf var, fakat yetersiz elbette. Gerçi kitap alışverişini genelde internet üzerinden yapıyoruz. Öte yandan kitapçı gezmenin keyfi de bir başka. Tam ‘al sana kasaba hayatı’ nidaları ile kendimizi ‘biz size demiştik, yapamazsınız, özlersiniz büyükşehri’ söylemlerine kaptıracaktık ki; mis gibi, şahane, nefis kütüphaneyi keşfettik. 😜😉

Ayvalık’ın kütüphanesi tepenin üstünde koca bir bina. Oldukça geniş. Kışlar sıcak ve kuru, yazlar serin ve ferah şekilde bir iklime ev sahipliği yapıyor. 😄 Manzara desen, malum leb-î derya deniz. Çocuklar için satranç tahtaları, yer minderleri ve çeşitli oturma alanları ile geniş bir salon ve ayrıca daha küçükler için minik bir sahnesi, minderleri, kukla tiyatrosu düzeneği, oyuncakları ile bir başka salon daha!😉👍 Yetişkinler bölümü kitap dolu. Kıvrıl deri koltuğun birine, saatlerce oku. Ayrıca gençler rahat ders çalışabilsin diye ayrı bir salon, engelliler için başka bir salon, mini toplantılar için farklı bir tane daha, kocaman bir konferans salonu, sergi salonu, ebrû atölyesi… Bak yazarken yoruldum, o derece.

Kitaplar desen binlerce. Yenisi, eskisi, günceli, edebîsi, dergisi, antikası… Sürekli yenileniyor üstelik.

Ee, böyle şahane bir ortamın, emeklisi bol, yapacak işi az nüfusu yoğun bir kasabada dolup taşması beklenir değil mi? İşte o öyle olmuyormuş. Okumayan yurdum insanı burada da okumuyor. Okuyan epey ciddi bir kesim de, kütüphane alışkanlığını kaybetmiş veya kazanamamış. Bu nedenle ihtiyacı olmasına rağmen kütüphaneye uğramıyor. Biz bir kaç ay sonra baktık ki olmuyor, fazla sessizlik bize göre değil; çocuklarla bu işe bir el atmaya karar verdik. İşte kendimizi kütüphane gönüllüsü ilan etmemiz bu şekilde oldu.

Sonra kütüphane müdüremizle konuştuk. “Seviniriz, ne yapmak isterseniz destek veririz” dedi. Halkın verimli ve yoğun instagram kullanımına güvenerek @ayvalik_kutuphanesi hesabını bu şekilde açtım. Paylaşımlar yavaş ve emin şekilde çoğaldı.

Derken bizim gibi İstanbul yeni göçmeni, dinamik ve gayretli bir Ayvalık annesi ile yolumuz sosyal medyada kesişti. Bir kaç yazışma, olumsuz yorumlara rağmen, bizi kitap kulübü kurmak için galeyana getirmeye yetti. Kitap kulübü fikri yıllardır aklımdaydı ama ortamını henüz bulamamıştım. İşte zamanı ve yeri gelmişti.

‘Başlayalım, kervan yolsa düzülsün’ dedik. Dört bir koldan duyurulara başladık. Sosyal medya hesapları, okullar, kafeler, karşılaştığımız insanlar… Dilimizde bir kulüp lafı, konuştuk bol bol.

Önce Ayvalık Anneleri Kitap Kulübü buluşması ayarladık. Heyecanla beklerken, ‘belki de kimse gelmez ve biz ikimiz başlarız’ diye konuşuyorduk bir yandan da. O gün hangi kitabı seçeceğimize karar verirken 6 kişiydik. 📚👏🎉🎆 Bir ay sonra ilk buluşmada birbirini henüz tanımış 4 kadın, Ece Temelkuran’ın Düğümlere Üfleyen Kadınlar’ı üzerinden hayatı, kadını, evliliği, hayalleri, göçü ve Ayvalık’ı konuşuyorduk. Yaşadığım mutluluk ve tatmini anlatacak kelimelerim yetersiz.👍

Çocuklar için her haftasonu anne-çocuk kitap kulübü yapmaya karar verdik. Şu ana kadar 5 kez buluştuk. Her defasında birileri geldi. Bazen oyun oynadık, bazen kitaplar okuduk, çoğu zaman sohbet ettik. Benimkiler çok sahiplendi. Hatta kızım bir afiş tasarladı ve sınıfında sunum yaptı. Okulun çeşitli yerlerine astık. Hayata geçirmek için heyecanlandığımız yepyeni fikirlerimiz ve projelerimiz var.

Katılımın çok olmasını önemsemiyoruz. Sürekli olması daha önemli. Bu sayede bir farkındalık yaratmayı umuyoruz. Amacımız kütüphanelerin birer yaşam alanı olduğunu anlatabilmek, yararlanan kişi sayısını artırabilmek. Ayrıca elbette kütüphane deneyimlerimizden kendi adımıza aldığımız zevki ve faydayı artırmak.

Bu tarz bir oluşum için istek, emek ve inat gerekli diye düşünüyorum. Sonrası bol duyuru ve sabır işi.

Biz elimizi taşın altına koyduk anlayacağınız. Feyz alan olursa mutluluğumuz daha da çok artar. 😉📚💞

Not: Bu yazıyı özellikle isteyen tatlı kadına da ayrıca selam olsun. 😄💜

Ayvalık Kitap Kulübü

Eğer bir sanat eserine gereken zamanı ve ilgiyi veriyorsanız, ondan bir an almamanız mümkün değil. Mutlaka size dokunan bir duygu veya içinizde tetiklenen bir düşünce oluşur ve o sanat eseri artık size ait olan ‘o an’a dönüşür. Üretenden bağımsızdır ve sizin zihninizde yaşamaya başlamıştır. Yeri ve zamanı geldiğinde döner döner yine gelir… Sanat öyle harikadır işte.

Ben en fazla ilişkim olan kitaplardan bahsedeceğim. Resim, heykel bende bir yere kadar ne yazık ki. Ama çocuklarımda yerleri geniş olsun diye uğraşıyorum elbette. Benim bilebildiğimden bir adım ileriye, benim dimağımın alamadığından fersah fersah öteye 😉 Cibran ne demiş, ‘onlar ok, biz yayız’ 💜👍

Bilgiyi süzüp de veren kitapların yeri başka. Onlar baştacımız elbette. Benim, içinde kendimi kaybettiklerim romanlar. Her biri başka bir alem, her biri ayrı ayrı başımın tacı.

Roman okurken her insan bir karakteri kendine yakın hisseder. Birini anlar, ona hak verir, acısını hisseder, onunla heyecanlanır, o mutlu olsun ister. Ana karakter olmak zorunda değildir o. Çünkü okuyan insanın hayatından bir duygu, bir an, bir fikir vardır onda. Onu alır, kendine döner, kendi hayatını evire çevire okur kitapta. İşte o kitaplar insanda başka bir yere sahiptir. Biraz iddialı olacak ama; eğer bu tarz, bu yazar, bu kitap bana hitap etmiyor diyorsanız, henüz o kitaptaki hiçbir duygu ve düşünceyi deneyimlememişsiniz demek bence. Konudan, olayın geçtiği zamandan ve mekandan bağımsız olarak hissedilen duygular ve tetiklenen düşünceler… Yaşamanızı zenginleştirmenin en kolay ve ucuz yolu, romanlarda kendinizi kaybetmek, yeniden bulmak, yoğurmak, anlatmak, paylaşmak, irdelemek, düşünmek…

İşte bu yüzden kurduk kitap kulübünü. İlk kitap Ece Temelkuran’ın Düğümlere Üfleyen Kadınlar. 13 Aralık Ayvalık Kütüphanesi’de o kadınları, o yaşamları, o duyguları, o olayları konuşmak için biraya geliyoruz. Kendi içimize bakıyoruz. Bekleriz 😉📚💝

Peki Kasabaya Taşınınca Ne Oluyor?

İnsanlar İstanbul’dan kasabaya taşınmakta ilgili sorular soruyorlar bana. Elimden geldiğince anlatayım neler olup bittiğini.

İstanbul’dan taşındığımızda epey şaşkın bir haldeydik. Burada olduğumuza inanamıyorduk. Öncesinde buraya adapte olmak konusu hiç dikkatimizi bile çekmemişti. Sadece gelmeye odaklanmıştık. 😊 Sudan çıkmış balık tabiri biraz fazla, fakat yakın 😂

Kasabada yaşamaya başladığımızda elbette en önce mutlak gereklilikler geldi; Okul, okula yakın ev, evin durumu, ısınma, konu komşu…

Civardaki yaşam önemli. Malum yazlık mekan, bazı evler uzun süre boş kalıyor. Bunu gözönünde bulundurmak gerekli. Zira kış fazla sakin geçebilir 😏 Bu konuda tek söyleyebileceğim, sakın ev alıp gelmeyin. Önce yaşayarak fikir edinmek gerçekten önemli. Biz yazın taşındık ve aralık ayının sonunda tekrar taşınmamız gerekti mesela. Önce kiralayıp biraz yaşayın.

Okul araştırmak İstanbul’da gayet önemli bir mevzu. Çocuk kreş çağına gelince ebeveynler okul bakınmaya başlar. Küçük yerlerde ise üç aşağı beş yukarı bellidir iyi ve kötü okullar. Ama öğretmen konusu zor. Çünkü okul çağında çocuğu olan tanıdık bulmanız gerek fikir almak için. Aileyi tanımadan fikirlerinin sizin önceliklerinize ne derece uyduğunu da bilemezsiniz. Tavsiyem gidip okulu görün. Fiziksel koşullar size eğitimcilerin çalışkanlığı ve o okulu sahiplendiği ile ilgili fikir verecektir. Genelde yakında oturanların çocukları o okulda okuduğu için, evlerin ve sokakların durumu bile fikir sahibi olmanızı sağlar. Fırsat bulursanız idarecilerle konuşun. Ayrıca okulların sosyal medya hesapları da bilgi edinmek için güzel bir kaynak. Bu konuda eğitim kurumlarımız gayet başarılı bence.

Evi ve okulu hallettiğinizde işiniz çok kolaylaşıyor. Şimdi sırada kasaba veya küçük şehir yaşamının temposuna ayak uydurmak var. İstanbul’da ne kadar yoğun ve hızlı bir yaşam tempomuzun olduğunu buraya geldikten 6 ay sonra net olarak farkettim. Her an yetişmesi gerekli bir şeyler vardı. Ulaşım ciddi bir dert elbette. Bu yüzden hızlı yaşamak gerekliydi. Kaşların çatık, yüzlerin asık olmasının en önemli nedenlerinden biri ! Trafik gündemden çıkınca, zaman bir anda genişleyiveriyor. İçine alacağı yaşam çoğalıyor. Aceleye gerek kalmıyor. Sakince bir sürü şey yapmak mümkün hale geliyor. Başka bir yazıda, insanın meğer yapacağı ne kadar fazla harika şey olduğunu ve bu bol zamanın bile göze az geldiğini anlatırım.

Çalışan bir anne olarak günümü, haftamı ve hatta yılımı planlı yaşamam gerekli ve anlaşılır bir şeydi. İşe gitmemenin en güzel yanı canının istediğini, istediğin zamanda yapabilmek olmalı sanırım. Yağmur yağarken battaniyenin altında kahve içip, film izlemek, sabah sahilde uzun bir yürüyüşe çıkmak, günün herhangi bir saatinde kitap okumak, öğlen uykusu… Yazmakla bitmez. Ben erken kalkan biri olduğumdan sabah uykularına değinmiyorum, ama alıcısı çoktur eminim 😉 Çocuklu bir hayat, üstelik de verimli olsun derseniz bu zamanı planlama olayına devam etmenizi öneririm. En önemli fark ise değişikliğe açık planlar ve geniş zamanlar olması. Her bir parçanın yerinin belli olduğu bir puzzle yerine, parçaların her yere uyumlu olduğu lego yapmak gibi biraz. Umarım anlatabildim😀

Yılların yorgunluğunun çıkması kolay değil. Uzun süre durdum ben de bu yüzden. Sonra aklımdakileri ve kalbimdekileri yavaş yavaş hayata geçirmeye başladım. Tavsiyem ertelediklerinize saldırmayın. Yoksa sabır ve itina isteyen, zevk almak için zaman ve emek vermeniz gereken o ‘özlemler’ birer hayal kırıklığı olabilir. Ağırdan alın yaşamı ve getirdiklerini. Teker teker ve sakince. Güzellik güzelliği, umut umudu, hayal bir başka hayali tetikliyor. Yeter ki zaman ve emek verin. Yeterince sulanan ve güneş ışığı alan bir bitki gibi, zamanı geldiğinde çiçek fışkıracak her bir yerinden.

Ve lütfen şunu unutmayın; güzel ve anlamlı yaşamak için bir şeyleri beklemek sadece ömrünüzün bir gününü daha heba etmeniz demek. Mutluluk koşullarda değil, içimizde.

Kış kapıda. Umarım o iliklere işleyen soğuk, kasvetli ve karanlık, aynı zamanda dirilten, gülümseten, yaşadığımızı hissettiren nefis hava, size huzur ve sükunet versin. Hayat zor ve bir o kadar da muhteşem…

Yenilikler

Bugün yoğurt mayalarken keşfettiğim bir şeyi sizinle de paylaşayım. Eğer meyve suyu şişelerine yarım olarak yoğurt mayalarsam, üzerine su doldurup ayran yapabilirim doğrudan. Ne güzel değil mi? Zamandan, yerden, bulaşıktan tasarruf 😉

Bir süredir zeytinle çok haşır neşir olduk. Bidon bidon zeytinlerimiz, şişe şişe yağlarımız var artık. Zeytin çok hummalı bir çalışma gerektiriyor. Çocuklara sorsan çok eğlenceli. Gerçi zeytinleri toplarken ve kırarken gerçekten eğlendik. Çocuklar haklı galiba 😁.

Zeytinyağı çok nefis. Biz de madem dahasına ulaşabiliyoruz, o halde isteyene gönderelim dedik. Sosyal medyaya yazdım. Gerçekten isteyenler varmış. Gönderdik, afiyetle yemeler diledik 👍 Bak biz duymadık demeyin, dilerseniz size de göndeririz. Instagramda var detaylar.

Dikişte overlok makinesinin türlü türlü iğnesine ip geçirmeyi ve overlok çekmeyi öğrendim bir de. Bak bu epey heyecanlı 👍.

Bir yeni heyecan da kitap kulübü kurma konusunda. Kütüphanemizin gönüllüsü olarak hep aklımda olan bir fikirdi bu. Nereye kadar yol alırız bilemiyorum henüz. Fakat beni çok heyecanlandırıyor düşüncesi bile. Kadınlar okusak, tartışsak, paylaşsak nasıl da güzel olur, değil mi? Umarım örneklerine iç çekerek baktığım ve en imrendiğim şeylerin başında gelen bu oluşum hakkıyla gerçekleşir. Hayırlısı artık.

Var birkaç güzel yenilik daha ama onlar da kalsın bana. Başka bir hayat mümkün. Bunun bir dolu örneği var çevremde artık. Siz de evrene gönderin dilekleri ve bakın içinize, nedir sizin mümkün olan başka hayatınız? Belki de onu yaşıyor ama farkına varmıyorsunuz, kimbilir 😉😊👋

Ayvalık’ın Sonbaharı

Bu tatlı sahil kasabasında tam anlamıyla ilk sonbaharımız. Burada olmanın şahaneliğini ve İstanbul’da olmamanın keyfini bir arada yaşıyoruz. Sonuçta herşey karşıtı ile varoluyor bir anlamda.

Gerçek bir sakinlik hüküm sürüyor. Henüz havalar soğumadı. İnce bir kazakla idare ediliyor. Hasat zamanı olduğu için müthiş bir zeytin mevzusu, kokusu, yağı, şenliği sözkonusu. Payımıza düşeni dalından zeytin toplayarak, kırma yapıp kavanozlayarak, yağını sıktırıp ekmek banarak, şenliğine katılıp eğlenerek ve dahası akşamları fabrikalardan yayılan kokusundan zevk alarak yaşıyoruz. Zeytinin gerçek bir mucize olduğunu daha net anladık bu sayede. Keşke bu ülkenin ciddi bir zeytin, hatta tarım politikası olsa. Bu kadar önemli ve şahane bir şeyden gerektiğince yararlanamamak için aptal veya kötü niyetli olmak gerekir diye düşünüyorum. Ama biz ne biliriz ki, değil mi?

Günler, buraya taşınmadan önce tahmin etmediğim kadar yoğun geçiyor. Ulaşımın kolay olması ve işin zamanımıza şerh koymaması sayesinde güzelliklere erişimimiz çok fazla. Yine de aklımızın kaldığı çok şey var. Zaman hâlâ yetmiyor 😉

Evde yiyecek üretimimiz epey arttı. Bu konu azımsanmayacak derecede geniş, derin ve önemliymiş. İşin içine girince daha iyi anlıyor insan. Kendi yiyeceğini üretebilmek ve eldekileri dönüştürmek çok keyifli. İnanılmaz bir tatmin ve coşku veriyor. Kendimi yaşama daha dahil ve doğanın döngüsünün daha içinde hissetmemi sağlıyor bu durum. Üstelik daha sadece yolun başındayım. Sonsuz bir macera 😄

Dikiş öğrenmek hedeflerimden biriydi. Şu an gerçekleşiyor 😝 Öğrendikçe nakışa, örgüye, oyaya dalasım geliyor. Müthiş bir terapi. Müthiş 👌

Okumalara doyamıyorum bir de. Kütüphaneye yeni kitaplar gelmiş üstelik. 🙌Her ayki kitap alma alışkanlığımızı bir süredir çocuk kitaplarına ayırıyoruz. Çocuklar büyüdükçe farklı yazarlarla tanışıyorlar. Onların bu heyecanları çok keyif veriyor. Çocuk edebiyatı önem verilmesi gereken bir konu. Bu sayede okumayı ve sayesinde sorgulamayı seven bir nesil yetiştirebiliz. Bazı güzel projeler için yavaş yavaş çalışmaya da başladık bu konuda. Bakalım gelecek ne gösterecek 🙏

Yoğunluğunuzun sebeplerinin hep güzellikler ve hayal ettikleriniz olmasını diliyorum. Gündeminiz pırıl pırıl bir gelecek, neşeli bir bugün olsun. Bugününüz yarınınızın diyetine dönüşmesin. Sonbahar biraz içe kapanma, derine inme, biraz da ha gayret planları hayata geçirme zamanı. Gayretiniz güçlü ve sonuçlu olsun dilerim.