Yaklaş hele, bi şey diyeceğim. Bu benim kişisel hayatımda çok sevdiğim ve fırsat buldukça anlattığım hikayelerdendir. 🙂
13 yıl önce bu gece çok heyecanlıydım. Annemle ve babamla telefonda konuşmuş, kardeşimle saatlerce yazışmıştık. Ertesi gün için kendimizce epey bi hazırlık da yapmıştık. Londra’nın bir tatlı muhitinde, 7 kişi bir evde, sevgilimle elele ne uğraşmıştık sorma! Koreli’sinden, Brezilyalı’sına, Türk’ünden Ukraynalı’sına kadar bir avuç arkadaşımız da bizimle bu maratona hazırlanmıştı. Biri saçımı yaptıracak kuaförü ayarlıyor, diğeri akşam yiyeceğimiz pizzaları organize ediyor, bir başkası içkileri planlıyordu. Tüm gün çiçekçileri gezmiş ve favori renklerimden biri olan turuncu gül goncaları aramıştık. Sıradan bir kenar mahalle çiçekçisinde bulduk da! O akşam odamızda turuncu gül goncalarımızdan kendi yaptığımız bir sevimli buket de heyecanımıza katılıyordu.
Ertesi gün, 1 Ekim’de belediyenin nikah salonunda farklı uluslardan 12 kişi bize eşlik ediyordu. İnanılmaz bir İngiliz aksanı ile bize evlilik yeminlerimizi ettirecek yaşlı bir Londra beyefendisi ile imzalarımızı attıracak son derece güzel ve alımlı bir Avusturalyalı hatun kişi bizi evlendirdi. Nikahımıza Amerika’dan Avusturalya’ya, İstanbul’dan Londra’ya bir dolu dostumuz, en başta ailemiz eşlik etti internet üzerinden. Yanımızda son dakika sürprizi ile, bir gece önce bizimle yazışırken Yunanistan üzerinden bilet ayarlamakla uğraşıp, bize hayatımızın sürprizini yapan kardeşim de vardı. O akşam bazılarımızın hastanede alkol fazlalılığı yüzünden sonlandıracağı, bol kahkahalı, yemeli-içmeli bir partimiz vardı.
Ev dediysem, 2. Dünya Savaşı sonrası yapılmış ve şimdilerde genelde göçmenlerin ikameti olan sıralı dublex, aynı koridora açılan evimizde, 6 farklı ulus bir aradaydık. Evimizdi orası. Bilenler bilir, benim evlerim pek çoktur 🙂 O gece yan komşularımız, anlaşılmaz Cookney aksanı ile bir İngiliz ve her anlamda varlığını yansıtan Jamaika’lı hatun kişi bizimle dans ediyordu…
Simsiyah giyindik biz evlenirken. Gelinliğe paramız yetmediğinden mi, düzene karşı olduğumuzdan mı, keyfimizden mi, elimizdeki en güzel kıyafetlerimiz onlar olduğu için mi, hiç dikkate almadığımızdan mı bilmiyorum. Pek de umudurumda değil açıkçası. Elimizde turuncu gül goncaları vardı ya, yetti onlar bize. Yanımızda, yüreğimizde ailemiz, dostlarımız vardı ya, onlar yetti… Pek güzel 16. yüzyıl İngiltere yeminleri ettik birbirimize. Louis Amsrong eşlik etti nikahımıza ‘What a Wonderful Life’ ile. Avrupa’nın en büyük doğal parkında geyikler şahitti sonrasındaki sevincimize. Bir yandan Brezilya’sından Rusya’sına, Kore’sinden Ukrayna’sına, Almanya’sından Türkiye’sine en yöresel içkilerimize bize özel pizzalar eşlik ediyor; danslar ve kahkahalar o toplu konut evlerinin yemyeşil bahçesine uğrayıp, Londra’nın bulutlu akşamına karışıyordu. Biz evlenmiştik ve mutluyduk; tüm umutla imza atanlar gibi. Bir anlam yüklemeden, sözler vermeden, gelişine yaşamaya anlaşmış, elele…
O gece evin en büyük odasında, evrene sığmaz bir eğlenceye katılmış ve kardeşimi koltuğa yatırıp, evli, sarhoş ve mutlu olarak uykuya dalmıştık. 13 yıldır yaşadığımız güzelliğin ilk adımını atmıştık.
En sevdiğim hikayelerimdendir. Paylaşmasam olmazdı….