Yazmak

Yazasım gelmiyor. İçimden yazıyorum hikayelerimi. Dile gelmiyor. Ama yazmalı, yoksa içimde çoğalacaklar, azaltmalı…

Sosyal medyayı seviyorum. Epey de kullanıyorum. Hep güzellikler, ana akım medyada bulamadığım haberler ve okumaya doyamadığım bloglar, makaleler. Üstelik dikiş için modeller, yemek için tarifler de cabası. Evrene baktığım ikinci pencerem. İlki doğa ve çocukların gözleri elbette 😉

Benim evrenimden de bir kapı elbette dış dünyaya. Hem @annegozuyle ‘de, hem de @ayvalik_kutuphanesi hesabında bolca fotoğraf ve düşünce paylaşıyorum. Kitaplar tanıtıyorum, etkinlikleri duyuruyorum, insanları güzelin farkına varmaya davet ediyorum. Fakat eskisi gibi ülkenin günlük olaylarına, geleceğe dair kaygılarıma yer vermiyorum. Çünkü çare olmadığını farkettim, ne içimdeki yangına, ne de olayların akışına.

Oysa sabah portakal çiçeğinin kokusunu fotoğrafa aktarmaya çalıştıktan hemen sonra, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin gözaltına alınma videosunu izleyip ağladım. Evet yaşlarla, hönkürerek ağladım. Belki de Bosna’da bundan sadece 25 yıl önce olanları anlatan Carsten Nagel’in Zehra isimli romanı idi sebep. Öyle ya gözümün önüne geliveren tüm bu vahşet görüntüleri yoksa nasıl açıklanabilir?!

Minik dokunuşlar gerekli kişisel yaşama, sevgiye ve umuda dair. Sonra da beklemeli çoğalmasını onların tüm insanlıkta…

Bir Ege Kasabası Hayali

Büyükşehirde yaşayan pek çok insanın hâyâlidir bir Ege kasabasına taşınmak. Genelde emekliliğe saklanan, hayaline sığınılan, içki masalarında ‘ne olacak bu memleketin hâli’ meselesine alternatif, filmlerde, şarkılarda yaşanan… Ne güzeldir de, hâyâldir sonuçta. Gerçekleşmesi umut edilir ama pek plan da yapılmaz üzerine. Kolay değil tabii bu devirde. Ne ekonomik sürdürülebilirlik, ne geç ya da erken farketmez, herhangi bir emeklilik, ne de bünyeye sızmış, üstüne ruhu tarumar eylemiş büyükşehir temposu izin verir zaten böylesi bir hayalin gerçekliğine.

Tam da böyleydi düşüncelerimiz bir zamanlar. Sonra hayal ettik, inandık, güvendik, planladık ve yaklaşık 2 senedir Ege’nin bir güzel kasabasında, yıllardır gelip gidip iç geçirdiğimiz gönlümüzdeki yuvamızda, Ayvalık’tayız.

Kasaba deyip geçmemek gerek. İçinde yaşayan ayrı, gelip geçen ayrı, uğrayıp kalan apayrı hisseder kasabayı. Sahiplenir herkes kendine göre. Kasaba hayatı bambaşkadır. Biri diğerini, bazısı hiçbirini, kimi ötekini anlamaz ama bakarsın herkes anlaşıverir birbiriyle. Miniciktir ama tüm evrene yeter derecede kocamandır. Konu komşu tanır birbirini atadan itibaren. O sebepten kolay giremez ortama, dışarıdan gelen. Genelde hep dışardan gelen olarak kalır ve o haliyle ortama alınır 🙌

Pazarı en cazip çekim merkezidir genelde. Market raflarından ve müzik eşliğinde alışveriş arabası ittirmekten, insan sesinin coşkusu ve ardında tıngır mıngır sürüklediğin pazar arabasına geçiştir bunun özü. Kokular, renkler ve çeşitlilik esasında mutluluk ve şükürdür aynı zamanda.

Sonra boş vakitler silsilesidir kasaba. Koşturmadan yapılan, fakat durmaya hiç olanak tanımayan işler gürûhu. Öyle ya, bir kahve içmek kolay iş midir denize karşı? Ya reçel yapmak için çilek seçmek? Bir ağacı budamak veya sütlaç yapmak? Bunlar insanın tüm zamanını alabilecek, son derece mühim mevzular!😊

Çocuklar içinse bambaşka bir şey. İstanbul’un ebeveyn iş saatlerine göre ayarlanmış okul zamanlamaları vardır. Eve gelince de tüm ahalinin yorgun ve birbirini özlemiş halleri ile kendilerince başa çıkmaya çalışma çabası. Kaçırılan güzel zamanlar silsilesi yani. Sonra çocuklar sabah sakin kahvaltı etmeyi, öğle yemeğine eve gelip gitmeyi, akşamüzeri bol vakitte bahçede oynamayı, denizde yüzmeyi, yürüyüşe çıkmayı, öylece durup sıkılmayı keşfeder kasabanın sakin okullu hayatında.

Büyükşehrin sizden aldığı zamana biçeceğiniz karşılık, aldığınız ücretler, çıktığınız tatiller, kıyafetler, restoranlar olmasın dilerim. Günlük hayatın ufak heyecanları vazgeçilmeye değer mi diye düşünün. Sonra yapabileceğiniz fedakarlıklar ve vazgeçebilir sahiplikler gelsin masaya. Baktınız oluyor, hiç vakit kaybetmeyin hayal edip, plan yapmaya…😉

Yılmadan Yürümek

Günler dolu. Anlar hızlı. Hislerim coşkulu. Yüreğim huzurlu. Aceleye mahal olmasa da, her zamanki telaşlı hâlim bakî. Dertler minik çok şükür. Düzenli günlük yaşam akışımız içinde yeni insanlar, yeni uğraşlar ve yeni planlarla yuvarlanıp gidiyoruz.

Çocuklarla ilgili çok şey yapıyoruz. Onların kültürle, sanatla, sporla içiçe olabilmeleri için, okumanın onlara katacağı muazzam gücün farkına varabilmeleri için uğraşıyoruz. Bunu becerip beceremediğimizi zaman söyleyecek bize, henüz vakit erken.

Ayvalık bu konuda epey verimli. Zira İstanbul’da kısıtlı zaman ve yoğun ulaşım problemine inat koşturuyor ve yine de olanakların çokluğuna rağmen daha az yararlanabiliyorduk olan biten güzelliklerden. Burada doğanın kendisini saymazsak -ki başlıca nimet- didinip buluyoruz. Bulamazsak kendimiz yapıyoruz. Bakınız, kitap kulüplerimiz, sinema günlerimiz, okuldan alıp çocukları ve arkadaşlarını kütüphaneye götürmemiz, seminerler organize etmemiz, varolan her konsere seçmeden, ayırmadan zaman ayırıp gitmemiz… Oysa nasıl ki İstanbul’da zaman yok bahanesine sarılan vardıysa, burada da etkinlik yok bahanesine tutunan çok.

Yoğun göç alıyor Ayvalık. Gelenler irili ufaklı pek çok dernek ve oluşum kurmuşlar. BBOM (Başka Bir Okul Mümkün), Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, Tema gibi bilinenler yanında, Ayvalık Kültür Sanat, Kent Konseyi, Kadını Yaşatma, AIMA (Ayvalık International Music Academy), Zeytin Çekirdekleri gibi buraya has dernekler var. Ayrıca epey yetkin ve faal bir de Halk Eğitim Merkezi var. Klasik kasaba yaşamının olmazsa olmazı birbirine teğet geçen bu oluşumların düzenledikleri etkinlikler pek çok. Hemen hepsi de kâr amacı gütmedikleri için bu etkinlikler genelde ücretsiz. Ayrıca folklör ve sanat/halk müziği koroları açısından da zengin bir kasaba burası. Eh daha ne olsun! Ki aslında daha da pek çok etkinlik yapan kişi, kafe, merkez var. Uygur Performans, İlçe Spor Merkezi, Academia, Sanat Fabrikası… Ah yazarken bile mest oluyorum 😊

Fakat etkinliklere katılım az. Oysa ne çok çocuk, öğretmen, okul ve emekli var. Bu ülkenin düze çıkması, gelişmiş ülkelere ara eleman yetiştirmenin bir adım ötesine geçebilmemiz, refaha ermiş ve kültürlü bir toplum olabilmemiz için küçük, etkin ve yılmayan adımlar gerek bize. Bunu yapacak olanlar da ebeveynler, eğitimciler, aydın kişiler, sanatçılar. Söylenmekten, bahane bulmaktan, karamsarlığa ve yılgınlığa kapılmaktan vazgeçip, harekete geçmesi gerekenler bu insanlar. Hakkımız var belki kendimizi rölantiye çekmeye, ama lüksümüz yok. Minik adımlarla, durmadan, kendi etki alanımızdan başlayarak… Eminim her birimizin en azından bir alanda hayatımızı daha iyiye götürecek uygulanabilir bir fikri vardır. Eee, o zaman neyi bekliyorsunuz? 👍