Virginia Woolf

1800 sonlarında İngiltere’deyiz. Viktorya dönemi bitmek üzere. Sanayileşme, kadın ve erkeğin beraberce ezildiği büyük bir işçi sınıfı ve yeni zenginler oluşmasına sebep oluyor. Britanya İmparatorluğu bu değişimden en çok nasiplenen ülkelerden biri. Viktorya dönemi aristokrasiyi yücelterek sınıf ayrımını keskinleştiriyor. Sonradan Sir ünvanı alan Leslie Stephen ise bu dönemin en önemli yazarlarından biri. Julia Duckworth gibi o da eşini kaybetmiş. Tesadüfen komşu olan ve ilk eşlerinden çocukları bulunan bu iki insan birbirlerini seviyor ve evleniyorlar. Virginia Woolf toplam 10 çocuklu bu ailenin 9. ve en küçük kızı.

Dönemin şanslı ailelerinden birisi. 6 katlı bir konakta, onlarca hizmetçi ile yaşayan kalabalık, varlıklı ve eğitimli bir aile. Dönem gereği kızlar henüz okula gidemiyor ancak Woolf, ablası Vanessa ile beraber evde gayet iyi bir eğitim alıyor. Öte yandan dışarıdan gayet muntazam görünen bu ailenin gizli sırları var. Babanın ilk evliliğinden olan iki ağabey, kızkardeşlere yıllarca cinsel tacizde bulunuyor. (Virginia bu dönemi yaşamının sonlarında daha sık ve net hatırladığını ve bunun ona çok acı verdiğini söyleyecekti.) Üvey anne ve üvey abla akıl hastalığından muzdaripler. Anne kızların ergenliğinde grip sebebiyle aniden ölüyor. 9 yıl sonra da babayı kaybediyorlar. Bu kayıplar Virginia’nın ruhunda derin yaralar açıyor. İntihar denemelerinin başlaması ve onu korkutan gaipten seslerin duyması bu dönemde başlıyor. Hayat bu noktaya kadar Virginia için tüm bu olumsuzluk ve olanaklarla kendini keşfetme yolcuğu ve eğitimle geçiyor. Ancak asıl kimliğine kavuşması kardeşleri ile beraber Bloomsbury’e taşınması ile gerçekleşiyor.

Maddi anlamda hiç bir sıkıntılarının olmaması kardeşlere diledikleri gibi yaşayabilme özgürlüğü veriyor. Bu sayede entelektüel pek çok ismi barındıran Bloomsbury grubuna dahil oluyor ve günlerini hemen her konuda tartışarak ve üreterek geçiriyorlar. Bu gruptaki özgürlükçü ve üretken ortam, Virginia’nın hem kendisine dair, hem de kadına dair düşüncelerinde ciddi ilerleme kaydetmesine yol açıyor. Ergenlikten bu yana ruhundaki duyarlı ve yaralı tarafı anlamlandırmaya çalışan Virginia yazarak ruhunu iyileştirmeye çabalıyor. Bu grubun içinde tanıştığı Leonard Woolf ile evleniyor. Bu evlilik bir arkadaşlık ve iş ilişkisi şeklinde ilerliyor. Leonard bir basımevi kurarak, Virginia’nın kitaplarının rahatça basabilmesine olanak sağlıyor. Kitapların tüm resimlerini de ressam olan ve aynı grubun içinde bulunan kardeşi Vanessa çiziyor.

Virginia, yaşadıklarından derinden etkilenen, hemen her olayı ruhunda acıyla yaşayan biri. Bipolar bozukluğunun ona verdiği bu lanet, aynı zamanda bir lütuf. Bu sayede kitaplarında yaşamın ruhundaki yansımasını anlatabilme şansını buluyor. Eşcinsel olması kadına dair bakışını etkileyerek yazdıklarını şekillendiriyor. Ruhsal durumu da edebiyatta çığır açacak olan bilinç akışı tekniğini keşfetmesine sebep oluyor. Bu teknik ki, yazdıklarının çağlar boyunca kuşaktan kuşağa akmasını ve kadının varoluş kavgasının anlaşılmasını sağlayacak önemli bir mihenk taşı oluyor.

1941 yılında, yeni bir dünya savaşının gölgesinde bombalar patlar ve geleceğe dair umutsuzluk hüküm sürerken, kocasına ve kardeşine birer mektup bırakıp, cebine doldurduğu taşlarla kendini nehrin sularına bırakıyor. Bu dünyadan bir ruhunun yarasını merhem niyetine kadınlara bırakan bir Virginia Woolf geçiyor.

Eserleri:

1915 Dışa Yolculuk : Annesinin ölümü ile başedebilmek için yazdı.

1919 Gece ve Gündüz : Klasik gerçekçi üslup ile yazdığı roman, 1. Dünya Savaşı öncesi İngiltere toplumunu anlatır.

1921 Pazartesi ya da Salı

1925 Mrs. Dalloway : Bilinç akışı tekniğinin başlangıç romanı. Romanda kendisi ve ailesindeki bazı kadınların aklından geçenleri farklı bir teknik kullanarak anlatır.

1927 Deniz Feneri : Kendi intiharına dair bir göndermede bulunduğu romandır. “kendini üzerinde durduğu daracık tahtanın ucundan insanı yutuveren o sulara bıraktığını gören olmamıştı.”

1928 Orlando : Yazılmış en uzun aşk mektubu denebilir. Sevgilisi Vita Sackwille-West’e adanmış bir roman. Eşcinselliğini açıkça ifade etmiştir bu romanla.

1929 Kendine Ait Bir Oda : _Feminist hareketin en önemli ve Wollf’un en bilinen, en kolay okunan kitabıdır. Neden Shakespeare gibi bir kadın ozan yok sorusuna cevap aradığı bir metindir. Metinde tarihsel bir inceleme, alıntılar ve serbest akışla bir cevap aranır bu soruya. Sınıfsal ayrım ve cinsiyet ayrımının kadını getirdiği nokta gözler önüne serilir. Kadınlara şöyle seslenir: “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın.” 

1931 Dalgalar : Düzyazı formatında yazılmış bir şiir denebilir. Bilinç akışı tekniğinin en önemli eseridir. Gerçekçi roman geleneğinden kopuşu temsil eder. Virginia’nın bir denizin kenarına oturup, kitabı dalgaların ritmine uygun olarak üç kez yeniden düzenlediği söylenir. Orjinal dilinde ritmik bir akışı vardır.

1931 Londra Manzaraları

1937 Flush, Bir Köpeğin Romanı : Bir aşk öyküsünün bir köpeğin bakış açısı ile anlatılması

1937 Yıllar Üç Gine

1941 Perde Arası : Son kitabı