Arjantin, biz geldik

Bundan tam da 7 yıl önce bir göç hikayesi yazmaya başlamıştım. Çünkü kendimce son göçümü gerçekleştirmiş ve renkli, meşakkatli ve dahası oldukça da zor ama eğlenceli olan, yapay, içindeyken sahici, kapitalist reklamcı plaza hayatıma, bir Ege kasabası ile noktayı koymuştum. Bu benim emeklilik hayalimi gerçekleştirme ve bir yere konup hayatımı orada devam ettirme durumumdu. O yüzden bu göçe pek çok anlamlar yüklemiş, sakinleşmek için kendime tanıdığım zamana limit bile koymamıştım. Bir yıla yakın süren yavaşlama çabamın karşılığı olarak kendimi sosyal sorumluluk ve gönüllü projelere adamış, neredeyse haftanın tek günü bile tatil yapamaz hale gelmiştim. Ne garip bir rüya, ne şahane bir gerçeklik.

Derken epey verimli ve keyifli geçen bir 7 yıl yaşadık Ayvalık’ta. Bu güzelim Ege kasabası hayallerimizin durağı oldu. Eğlenmek ve dinlenmek arasında, çalışmakla durmak arasında bir yer edindik kendimize. Hobi dediğimiz mutluluk kaynaklarını sonuna kadar kullandık. Hakkımız olan zamanı, hakettiğimiz keyfe yedirdik, üstüne güzel bir afiyet olsun çektik. Pek çok dost, yanına da bir dolu anı ekledik heybeye. Bu arada acılar ve kayıplar, gözyaşı ve kırlaşan saçlar eklendi yeni kırışıklıkların yanına, onları da kucakladık sevgiyle. Ardımızdan gelenler ve bu yolda yitip gidenler oldu. Ah, işte burası en zoruydu.

Derken nasıl oldu bilmiyorum?! Ülke kendini doğal afetlerle, toplumun kendine biçtiği felaketlere, bense kendimi kadınlarla örülü bir kızkardeşlik çemberine teslim ettim. Bir süre kederle, acıyla ve çaresizlikle örülü duygular, eylemin sağaltıcı gücüyle yoğruldu. Bak bu afilli lafların gerçek karşılıklarını yaşamış olmanın haklı gururunu da heybemde taşıyorum ha, yanlış olmasın. Sonra bir sabah gerçeğe uyandık.

Eğitimin yerle yeksan olduğunu, güvendiğimiz dağların karlarla kaplandığını, bize bizden başka inanan ve dahası yere düştüğümüzde elini uzatan olmayacağını ilk elden gördük. Bizim gibi olanlar yapayalnızdı. Bizi biz kurtaracak ama kurtulanları bir yere koyamayacaktık. Üstümüzdeki çatıyı, sırtımızdaki hırkayı, ağzımızdaki lokmayı son kez buluyorduk belki, belki de bizim yalan yanlış hissettiğimiz tam da buydu. İnsan bazen gerçeği bilir ama inanmaz, bazen inanır ama o da gerçekle uzaktan yakından ilgili olmaz. Bizim başımıza gelen hangisiydi zaman gösterecek.

İşte tam da o noktada veda etmeye karar verdik. Her verdiğimiz karar gibi hızlı ve etkili oldu. Dalga dalga yayıldı ve etrafımızdaki birilerini, genelde en sevdiklerimizi çeperine alıp etkiledi. O geçen kısacık zaman dilimi benim için çocuklarımın ikisini beraber emzirdiğim, işyerimde olmazların olmasına şahitlik ettiğim, kendimi hiç olmadığım kadar becerikli ve yetersiz hissettiğim o dönemi hatırlatıyordu. Aynen o dönemde olduğu gibi, bu kısacık etkin zaman diliminde de ben gerçekle sanal olanı ayırıyor ve kendimi mutlu, güçlü, şanslı ve kaygılı hissediyordum. 2 yıl arayla doğurduğum çocuklarımı aynı anda emzirirken de, hayallerimi ayakta tutmaya çalışırken de benzer duygularla boğuşuyordum. Keşke biri önemli olanın karar vermek ve o kararın arkasında durmak olduğunu o zaman söyleseydi bana. O dönem içimden gelene ve kendime inandığım ve sonunda bunu yaşama geçirdiğim için olsa gerek, şimdi en ufak bir kuşkum yok. Çünkü biz oralardan geçtik, o sayfayı ezberledik, o konuyu işledik, o sınavı verdik.

Tam da o sebepten içimiz rahat, gönlümüz ferah aldık iki ergen çocuğu, dünyanın bir ucuna, dilini, kültürünü bilmediğimiz bir ülkeye aniden çıkageldik. Hoşgeldik. İlk 5 hafta itibariyle asayiş berkemal. Darısı kalan yılların, yeni heyecanların başına.