Bozkır

Huzurlu. Dingin. Maceracı. Alçakgönüllü. Açık yürekli. Beklentisiz, muhtaç olduğunun farkında. Engin. Cıvıl cıvıl, rengarenk. Olduğu gibi, minik sürprizleriyle. Kadîm…

Alabildiğine uzanır bozkır insanın gözlerinin önünde. Sonsuza bakmana olanak sağlar. Hayal kurarken kendine sınır koyma diye.

Alçakgönüllü yanı bilir yağmura ihtiyaç duyduğunu. O yüzdendir saklamaz, saklanmaz. Serer tüm varını yoğunu ortaya. Gizlisi saklısı yoktur çünkü. Muhtaçlığına boyun eğmez, onu da sarar sarmalar bir yanı.

Minik heyecanlar aratır insana, görenler bulur yalnızca. Ketumluğu bir minik mavi kır çiçeği kadardır. Yine de sırlarını ele vermeyecek denli boldur rengi, insan kendini bilmezse kaybolsun içinde diye.

Kendini saklayan ulu ağaçlı orman ya da lacivert deniz gibi değildir. Baktın mı önüne seriliverir. Misafir eder en orta yerinde insanı, neyi var neyi yok döker önüne.

Çaba ister, emek ister, yürek ister kendine katmak için sadece. Çapayı vurmaz, zamanını kollamazsan yâr olmaz üstünde bitenler. Öyle orman yemişi, deniz balığı arama. Önce dişinle tırnağınla çabala ki, paylaşsın hasadını. Yoksa sen kurak, o kıraç…

Bağırdın mı taa karşı yakada sesin. Dımdızlak ortada bedenin. Düşünceni koyacak bir yüreğin, bir de çiçekleri toplayacak iki elin. Bozkırda kaçamazsın kendinden. Ellerindeki çiçekleri kokla ki, bozkırın ruhu dolsun içine yüreğinin. Bir ol doğa ile ki, olsun senin de o kadîm ve büyülü ân’da bir yerin…

Çocuklar İçin Elden Gelen

İnsanoğlu alan ihtiyacını yeteri kadar tatmin etmediğinde saldırganlaşıyor. Kafese tıkılmış bir aslan misali köpürüyor. Kimi ağzından salyalar akıtıyor, kimi sinsice alıyor intikamını. Oysa çoğu durumda kendini o kafese tıkmak kadar, parmaklıklardan kurtulmak da insanın elinde.

Çocuklar da benzer hisler içindeler. Alanlarını ne kadar net ve geniş belirler ve buna saygı duyulduğunu hissederlerse, o derece hayatla uyumlu ve kendilerinin farkında oluyorlar. Özgür iradeli bireyler olmaları ve kararlarını güven içinde vermeleri de buna bağlı sanırım.

Bunun en basit uygulaması, kendilerine ait bir fiziki alan olması. Bir koltuk, bir oda, bir köşe… Farketmez. Yeter ki dilediğince sacmalayabileceği, izinsiz kimsenin dokunmayacağından emin olduğu bir yer olsun. İkinci önemli ve uygulaması basit yöntem de kendisi ile ilgili kararlarda özgür olması. Bu, ne kadar yemek yiyeceğinden, ne giyeceğine, kiminle oynayacağından, hangi kitabı okuyacağına kadar geniş bir alanı kapsayabilir. Türk anası için biraz zor olsa da, sonuçları düşünüldüğünde denemeye değer olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca mümkün olduğunca farklı yerler görmelerini sağlamak da çok faydalı. Bu hem fiziksel dünyanın çeşitliliğini, hem de farklı yaşam formlarının olduğunu anlatmanın, dünyayı paylaştığımız toplum bireyleri ve kültürlerin, hatta tarihin ayırdına varmalarının zevkli yollarından biri. Diğeri de kitaplar ve kaliteli filmler elbette. Müzik de eklendiğinde şahane olur kanımca 😉

Görünen o ki, bambaşka bir evreye girdi dünya. O evreye giren şanslı insanlardan olabilmeleri için, güncel eğitim sistemi ve yetiştirme tarzları yeterli olmayacak gibi duruyor. Ebeveyn olarak önce kendimizi, sonra onları hazırlamak için çok çalışmamız, ciddi çabalamamız gerekiyor.

Okulun Sonu Mu?

Geçtiğimiz hafta CnnTürk’de Gündem Özel’de eğitim ve öğretim konusu tartışıldı. Programı bulup izlemenizi öneririm. Son derece verimli bir sohbet oldu. Programda Prof. Uğur Batı önümüzdeki 10 yıl içinde okulun bile olmayabileceği gibi bir cümle kurdu ve eğitimci yazar Dr. Özgür Bolat da onayladı. Ben de aynen böyle düşünüyorum. En azından bildiğimiz anlamda okul kavramı geçerliliğini yitirecek.

Bu öngörü pek çok yetkin ağızdan da sıkça duyulmaya başladı. Yıllarını eğitimi anlamaya ve iyileştirmeye adamış İngiliz Dr. Ken Robinson’un dilimize yeni çevrilen kitabı Yaratıcı Öğrenciler de benzer düşünceleri dile getiriyor. Kitap ufuk açıcı kesinlikle. Yazarın YouTube konuşmalarını da izlemenizi öneririm.

Son derece hızlı gelişen teknoloji sayesinde bilgi kolay ulaşılır bir hâle geldi. Okullar ise her ne kadar ciddi bir bütçe ayrılmış olsa da, devletleri zorluyor. Buna insan nüfusunun artışı, iş saat ve koşullarının fazlalığı, şehirleşme, adaletsiz dağılım gibi pek çok sebep bulunabilir. Bilgiye ulaşmanın bir yolu olan okullar da bu işlevlerini layıkıyla yerine getiremez oldular. Bireyin öne çıktığı zamanlardayız. Genele ve ortalamaya hitap eden öğretim ise bunu sağlayamıyor artık. Bu durumda okul devletin ideolojisini empoze etme ve yayma işlevi dışında bir yarar getiriyor mu, sorgulamak gerek.

Okulsuzluğun ve farklı sistemlere sahip butik okulların artmasının bir sebebi de bu olsa gerek. Ancak bizimki gibi kalabalık ve ekonomik olarak pek parlak olmayan ülkelerde bu da kısa vadede bir çözüm gibi durmuyor, her ne kadar örnekleri çoğalmaya başlamış olsa da.

Gözlemlediğim kadarıyla hızlı radikal değişikliklere maruz kalan eğitim sistemimize çözüm olarak bir grup ebeveyn iyi ve ne yazık ki epey pahalı okulları, bir kısım ebeveyn okulsuzluğu veya butik eğitimi, bir diğer grup da ilave eğitim olanaklarını, -kurslar, özel dersler, yaz okulları, ders dışı faaliyetler vs- tercih ediyor. Bu bilinçli ve mecburi seçimler genel anlamda bir çözüm değil elbette. Ama zaten bu sorunun çözümü için yetki sahibi de değiliz biz ebeveynler.

Genele gidecek çözümü tam yetki verilmiş, politikadan arındırılmış, yetkin kanaat önderlerinden oluşmuş bir topluluğun ele alması bir çözüm bence. Ancak zorluğu tartışılmaz.

Gelecek yıllar kişiye özel ve teknoloji yoğun bir eğitim sistemine göz kırpıyor. Deneyime dayalı öğrenmenin önemi düşünüldüğünde eğitim kurumlarının başetmek zorunda kalacakları değişimler çok fazla olacak. Buna okul binalarından, öğretmenlerin eğitimine ve ders saatlerinden içeriğe kadar hemen herşey dahil. Meşakkatli bir yol ve zaman az ne yazık ki!

Çocukların doğuştan sahip oldukları merak ve öğrenme becerilerini okul dışında zaman ve kaynak yaratarak ortaya koymalarına olanak sağlamak gerek. Bunu da kendi adıma okulu mümkün mertebe az zaman harcayacakları bir kurum olarak sınırlandırmakta buldum. Geri kalan zamanı sosyal aktiviteler ve kitap-teknoloji karışımı bir bilgi kaynağını kullanarak ilgi alanlarına yönelik bilgiye ulaşma çabası ile tamamlamaya çalışıyoruz. Henüz ilkokul seviyesinde elimizden gelen bu. Bakalım önümüzde uzanan gençlik çağları bizi neyle sınayacak?

Çağımız hayranlık karışımı bir şaşkınlıkla yaşanıyor. Biz ebeveynler ucunda değil, çocuklarımızla beraber tam içinde olmanın yollarını bulmak zorundayız.

Sorumluluk

Sorumluluk alamayan insanın yaşam süresini sadece kendi sorumluluğu çerçevesinde tüketmesi gerekliliği ile ilgili bir toplumsal mutabakat olsa keşke. Ama yok! Bu sebepe de etrafta ana baba olamayacak kişilerin çocuk sahibi olduğu, bir işi adamakıllı yapamayacak yetişkinlerin yetki sahibi olduğu örnekler görüyoruz. İç acıtan gözlemler. Bana kalırsa, gayet kibirli bir tavırla söyleyebilirim ki, bu insanoğulları evcil hayvan bile beslememeli. Fikrim bu, ne yaparsın!?!

Peki bunu ne yapmalı da engellemeli? Eğitimden, en azından ülkemizde, pek de fazla bir şey beklememek gerektiği malum. O zaman iş ailede kilitleniyor. Ama o aile bireylerinin de bu egitim sisteminin tornasından nasibini aldığını düşünürsek!😏 Çok yazık ki köy enstitüleri ve eğitim fakülteleri mezunları veya köylerdeki kadim bilgi ile donanmış bilge kişilerin genel öngörüsü yavaş yavaş bittiğine, en iyi ihtimalle üçüncü kuşağa düştüğüne göre… O zaman iş okuyan, araştıran, dünya hakkında kafa yoran bir avuç ebeveyne, eğitimciye, fikir liderine, kendini topluma adamış insana kalıyor. Bu insanların hâlâ çok olduğuna dair inancım beni umutlu kılıyor, yoksa gözlemlerim değil 😟

O zaman okumaya, paylaşmaya, tartışmaya, umut etmeye devam. Hep dediğim gibi, o güneş her sabah doğuyorsa, karamsarlığa kapılmaya hakkımız yok.

Çocuklarımıza en erken yaşlardan itibaren sorumluluk vermeye ve dünyanın her canlının yaşama, hem de en iyi şekilde yaşama hakkına sahip olduğu içgörüsü ile yetiştirmeye devam edeceğiz. Sonrası gülümserek umudu yaşatmaya kalıyor…