
Göbeğimi severdim bol bol.
Doğumdan sonra bir boşluk hali oluşuyor insanda. Eli ister istemez göbeğine gidiyor. Ben sezaryenle doğurduğum için göbeğim hemen eski haline gelmedi, hatta daha da büyüdü doğumdan sonraki birkaç gün. Bir garip his yani. Hala içindeyken onunla konuşmak da, onu sevmek de, minik dizlerinin ve ayaklarının tepkilerini hissetmek de çok özel.
Evde oturur, sakin bir şekilde çocukluk resimlerime bakardım.
İnsan doğurduğunda tam olarak farkına varamıyor ama çocuğu ile tanışırken, kendi çocukluğunu da, bugünün dünyasına yeniden buyur etmiş oluyor. Çocuğu ile kendi çocukluğunu büyütebilen, onu da sarıp sarmalayan bir anne çok şanslı. Yeni anne olmuş kadındaki güç ve kırılganlık hayret uyandırıcı seviyede.

Kocamla bir ormanda uzun bir gün geçirirdim.
Park değil, mesela Belgrad Ormanı gibi bir yer. Yeşilin, gökyüzünün, toprağın dinginliğini dinleyebileceğim bir yer. Kocamın dizine yatar, küçük bir çocukken, genç bir kızken, delifişek bir genç kadınken bu günlere dair hayallerimi anlatırdım tekrar. Sonra uzun uzun çocuğumuzla ilgili hayalleri. Ve en önemlisi çocuk doğduktan sonra nasıl bir anne-baba olacağımız, nasıl bir karı-koca olacağımızı konuşurdum. Hayallerden gerçeklere giden uzun bir konuşmanın süslediği, dingin, doğal bir gün.
Ebeveynliğe alışırken bazen nefessiz ve çaresiz kalıyor insan. Özellikle ilk zamanlar. İşte o günkü duygularını ruhumdan çıkarıp nefes yapmak ne iyi gelir insana.
Babalık, annelik gibi değil. Annedeki heyecan ve acemilik babada da oluyor. Fakat annenin içindeki kadim gücün farkına varması daha kısa sürüyor. Babanın içindeki erkeksi, koruyucu, sağlam gücü hissetmesi için biraz daha zamana ihtiyaç oluyor. İşte o ana kadar, doğadaki o gün bir rehber olabilir.
Sonrası yere sağlam bastığının bilincinde bir dağın yamacında, sırtını o dağa yaslamış bir engin güneşin altında büyür çocuklar.
Annemin sözüne ve eline teslim ederdim kendimi.
Onunla beraber hazırlardım çocuğumun beşiğini, ilk kıyafetlerini. Hikayelerini dinlerdim. Beni bebek gibi sarıp sarmalamasına izin verir, nazlanırdım bol bol. Kendimi bırakır, gücünü bana aktarmasını beklerdim. Evde kendi düzenini kurmasını seyreder, onun ve babamın yaşamlarının bir başka aşamasına hazırlık danslarını izlerdim.
Sadece çocuk olmanın son günlerinin zevkini çıkarırdım.
Acele etmezdim.
Son günler artık beklemeye tahammülün kalmadığı zamanlar oluyor. Bir an önce bebeğe kavuşmak, dahası artık giderek zorlaşan fiziksel durumdan kurtulmak istiyor insan. Oysa dinginlik ve net teslimiyet, bebeğin daha huzurlu doğmasına, doğumun daha rahat geçmesine, belki son dakika aceleciliği ve korku yüzünden oluşabilecek bir sezaryenin engellenmesine yarar.
Özellikle uyumaya çalışmazdım.
Bunu hemen her anne söyler ya, sonrasında uykuyu unut diye. Bu meret depolanmıyor. Bu yüzden kasmaya gerek yok. Zaten o fiziksel koşullarda insanda pek uyku da olmuyor.

Yetiştiremediklerim için üzülmezdim.
Kıyafet, oda, misafirler için ikramlar, kapı süsü, fotoğrafçı, gecelik, süt sağma makinası, biberon, göğüs ucu kremi (Lansinoh), görüşülemeyen arkadaşlar, evin temizliği…
Gerçekten hepsi de son derece önemsiz ayrıntılar. Bunlar için endişelenmezdim. Bebek için bir battaniye, bir zıbın, bir tulum (hastane çıkışı da ne gereksiz bir şeydir bu arada), kendim için de alalade bir gecelik yeter de artar bile. Diğer herşey olmasa bile olur aslında.
Daha önce doğurmuş olan anneleri dinler ama söylediklerinden işime gelmeyenleri anında unuturdum.
Sonuçta her anne, her baba ve her bebek nev-i şahsına münhasır….

Doğum bir kadının en özel anlarından biri. Bunu bilerek bedenimi ve ruhumu hazırlardım.
Emzirmenin bu kadar muhteşem bir duygu olduğunu bilmediğim için heyecanlanmazdım ama, madem şimdi biliyorum size söyleyeyim: Bunun için de ayrıca ÇOK heyecanlanıp, sevinebilirsiniz. 🙂
Güzel hisler ve deneyimler dilerim yakında doğumu yaşayacaklar için 🙂