Patika

Dün akşam oğlum ablasına ‘bana ne güzel şeyler öğretiyorsun’ diyerek sımsıkı sarıldı. Kimbilir yine ne can alıcı, ne sıradan ve bir o kadar da önemli bir bilgi nakşetmişti. Onları bu halde görünce gözlerimin dolmasına engel olamadım. Gidip ben de onları sardım sarmaladım 🙂

Kızım matematik çalışırken, soruların kolay kısımlarını kardeşine sorup, onun da dahil olmasını sağlıyor. Geçen gün, ‘bunları yaparken zor gelecek ama sonra öğreneceksin’ diyordu kardeşine. İçimi çektim huzurla onları seyrederken 🙂

Kızım önden yürüdüğü patikayı kardeşi ile paylaşmakta oldukça cömert davranıyor. Bu tavrı kardeşine de aktardığını ve birbirlerini beslediklerini farkediyorum.

Bir kaç yıl önce, ardarda 2 doğum sonrası bir anda evde 6 kişi yaşarken bulmuştuk kendimizi. Sürekli emen, altı bezli, gayet dinamik 2 bebeye bakmaya çalışan 4 yetişkindik. İşti, evdi, hayattı derken gayet meşgulduk. Sürekli hareket halinde olmak gayet olağan bir yaşayış şekli idi. Hepimizin enerjisi birbirine karışıyor, uyumu oluşturmaya çalışırken yaşamı farkında olmadan zenginleştiriyor, güzelleştiriyorduk. Biz ebeveyn olmanın acemiliğini ve zorluklarını yanımızda tüm destekleri ile bulunan anne ve babamız sayesine atlatıyor; çocuklar hem bu durumun hem de yoğun, saf sevgi ve ilginin keyfini sürüyorlardı. Annemle babamın huzuru ve varlıklarının hissettirdiği mutluluk gözle bile görülebiliyordu. Ve elbette aynı zamanda çok yoruluyor, bazen bunalıyor, sıkılıyor, yetişemiyor ve hatta zaman zaman anlaşamıyorduk.

Sabahları çocuklardan hangisi erken uyanırsa anane ve dedeye verir, 20 dakika daha fazla uyumayı o günün en büyük kazancı addederdik 🙂 Filmlerdeki kalabalık İtalyan aile fenomenini aratmayan kalabalık sofralarımızın coşkusu nefisti. İç çekişlere kahkahaların, maç muhabbetine şakaların karıştığı zamanlardı. Zaman içinde iş bölümünde harika bir uyum yakalamıştık. Bir yandan çocukların düzenini bozmamaya, bir yandan sürekli gezmeye çalışmaya; örgüdür, dizidir, maçtır, rakı sofrasıdır hakkını vermeye çalışıyorduk. Günübirlik Adana ve Ankara ziyaretlerini bile araya sıkıştıran muhteşem bir altılıydık biz 🙂

Hayatımıza egemen olan his, mutluluktu, şükürdü. Zorluklar olduysa da artık pek hatırlamıyorum doğrusu. Aklımda anne ve babamla beraber yaşadığımız, 2 çocuğumuzu büyüttüğümüz, yediğimiz, içtiğimiz, güldüğümüz, eğlendiğimiz, yorgunluktan yığılıp kaldığımız fakat muhabbeti her daim tam da tadında ve layıkıyla sürdürdüğümüz anlar var. Bu günlerin hayatımızın en mutlu günleri olarak hep hatırlanacağını sık sık söylerdi annem. Bizim için de, ama sanırım en çok çocuklarım için son derece doğru bu.

Onların varlığını ve desteğini her şekilde yanıbaşımızda hissediyor olmak, bizi daha sevgi dolu ve hem kendimize hem de çocuklarımıza daha güven dolu ebevynler haline getirdi. Dahası çocuklarımızın anane ve dede ile kurdukları bağ, yaşadıkları anların onlarda oluşturduğu hatıralar paha biçilemez özellikte ve güzellikte.

Şimdilerde kardeşimlerin evinde bu süreç yaşanmaya başladı. İçinde bulundukları patikadan yürümüş ve hem etrafın, hem hissettirdiklerinin ne derece biricik ve şahane olduğunu yaşamış bir abla olarak; ‘güzel ve son derece değerli günler önünüzdekiler kardeşim, yolculuğun keyfini sürün’, demek istiyorum. Hayat kendiliğinden devrolurken, bu şahaneli geçiş dönemine her şekilde, tüm kombinasyonlarıyla şahit olmaktan dolayı da şanslıyım.

Yolculukları farklı olsa da, alacakları tatların tanıdık olmasını diliyorum çocuklarımın. Kardeşlik bağına en yakışan o ortak haz… Aynı manzaraya baktıkları o patikadaki tanıdık yolculuğun keyfi…

Lastengöl, Pörtlaç ve Kardeşler Arası Yaş Farkı

Bu kelimeler ne biliyor musunuz? Bunlar 6 yaşındaki kızımın, 4 yaşındaki kardeşi ile icat ettiği, sadece onların bildiği kelimeler. Lastengöl’ün anlamı “dön, dön, salla, dön” şeklinde oynanan bir oyun. Pörtlaç ise anlamını bilmedikleri veya tanımlayamadıkları herhangi bir şey için kullanılabilen, çok amaçlı bir kelime. Esas anlamı hamurun üstüne yumurta sürmeye yarayan küçük fırça imiş.

Ayrıca sadece ikisinin aralarında konuştuğu ve gayet de anlaşabildikleri bir dilleri var. Anlamsız kelimeler dizisinden oluşuyor. Sanırım ses tonu ve mimikler sayesinde anlamlandırabiliyorlar. Ama sadece sanıyorum, yoksa bildiğim yok 🙂

20140423_164146-ACTION (1)

Kızımla oğlumun arası 22 ay. Planlı bir durum değil. Kızım gelsin diye çok uğraştık. O bir mucizeydi bizim için. Oğlum ise kendiliğinden gelen bir hediye oldu. Kızım yaşını yeni kutlamıştı ki, bir de baktık bir minik daha geliyor aramıza. Şaşkınlıkla dolu mutluluk sonrası.

Dolayısıyla kızımın ilk yaşını hamile geçirdim. Hem ikinci hamileliğim, hem de hala emen bir bebeğim olduğu için bu süreç hızla ve kolayca geçti. Oğlum doğduğunda ise, kızım sanki bir anda büyümüştü. O yumuk bebek elleri bir yenidoğan elinin yanında çocuk eline dönüşüverdi. Yarım yarım konuşmaları, derdini tamamen anlattığını düşündüğümüz sohbetler oluverdi. Kendimize hep onun da bir bebek olduğunu hatırlattık ama bu fikre alışmamız sanırım 8-9 ayımızı aldı. Bu süre zarfında iki tane emen (tandem nursing) ve bezli bebeğim, uykusuz ve yorgun bir bedenim, yetememe ve şükran hisleriyle dolu bir ruhum vardı.

Sonraki 2 yıl epey zordu Allah biliyor ya. Annem ve babam tüm bu 4 yıl süresince bize her konuda sonsuz destek oldular. Kocam da babalığa hızla ve çok başarılı bir geçiş yaptı. Hayatımızın bambaşka bir evresine yoğun bir mesai ile başlamış olduk.

Kızım 5, oğlumsa 3 yaşını doldurduğunda yavaş yavaş yüzeye doğru yol almaya başladığımızı hissettim. Nefes almak biraz daha rahattı sanki. Artık evden daha rahat çıkabiliyorduk dışarıya, uykular düzene girmişti, ev hala çok dağınıktı ama en azından kızım kendi işini epey halledebiliyordu. Biz de bildiğin alıştık, kısa yollar keşfettik.

Beni en çok zorlayan şey, çocuklarımın iki farklı dönemi yaşamaları ve fiziksel olarak sürekli ilgiye ihtiyaç duymalarıydı. İkiz olsalardı ilk yıl yaşanan fiziksel zorluk sonrasında, benim 4 yılda geldiğim aşamaya gelmiş olunuyor gözlemlediğim kadarıyla.

Öte yandan kızımın okul çağında olmaması, kardeşinin onun ders sürecini etkilememesini sağladı. İlk yıl oğlum henüz bebekti ve kızım gönlünce sultanlığını yaşadı evin içinde. Ama ikinci yıl daha zorlu bir süreç oldu. Kızımın arkadaş ihtiyacı vardı ve kreş iyi bir çözüm gibi duruyordu. (Aslında eğer gerek yoksa, kreşin ne kadar gereksiz, hatta olumsuz bir süreç olduğunu daha sonradan farkedecektim.) Bir kez başlayınca da devamı geldi. Kızım ilkokula başlamadan önce 3 yıl okula gitmiş oldu. Oğlumsa, 4 yaşında ve hala evde gönlünce oyun oynuyor.

Henüz kalem tutmayı bilmediği zamanlar. Kalem tutmayı da ablası öğretti zaten.

Elbette ablasının okulu, kardeşine herşeyi doğal sürecinde ve kolayca öğrenme şansı vermiş oldu. Beraber boyama, kesme ve yapıştırma yapıyorlar. Henüz kreşe bile gitmeyen oğlum sayıları, ismini yazmayı, makası kullanmayı kendiliğinden öğrendi. Odalarında ikisinin resimlerinden oluşan muhteşem bir sergimiz var.

ela resim
5 yaş hayal dünyası
2
4 yaşında kendi kendine alfabe oluşturma çabası.

Doğduklarından bu yana aynı anda uyuyorlar. Birlikte uyku öncesi seramonimizi yapıyoruz ve yataklarına yatıyorlar, ben kitap okurken onlar uyuyor. Bu nedenle okudukları kitaplar da hep aynı oldu. Artık ilgi alanlarına göre farklılaşsa da, birbirlerinin sırasını beklemeyi ve diğerinin kitabına da ilgi göstermeyi öğrendiler.

20150125_110934
Sağ taraf kızımın. İçinde prenses olan tüm kitapları aldı. Elif serisini bir de. Sol taraf oğlumun. Bol bol tren kitapları dolu.

Biraz daha var bu konuda söylenecekler. Başka zamana artık 🙂